Yeşilçam, ismini pek çoğunuzun da bildiği gibi Beyoğlu'ndaki Yeşilçam Sokağı'ndan alıyor. Bu sokaktaki üç beş yapım şirketinin ürettiği filmler Türk Sineması'nın mevcudiyetini sağlıyor.
Oyuncular, figüranlar, "artistler kahvesi" dediğimiz, sıradan bir kahvede oturup rol bekliyor. Yapımcının yardımcısı kahveye gelip, "Sen, sen" diye adam seçiyor. Amele pazarında işadamlarının işçi seçmesi gibi. Seçilen kişilerin filmin gerektirdiği kostümlere sahip olması lazım, zira kendi kostümlerini kendileri getiriyorlar. Kostümün yoksa rol de yok.
Üç günde, dört günde film bitiyor. Filmlerin nasıl olacağını Anadolu'da film gösteren işletmeciler belirliyor. Bize şu adamla şu kadının oynadığı aşk ve macera türünden bir film gönderin, on-on beş gün içinde gelsin diyor. Hemen kollar sıvanıyor, kah ve köşelerinde senaryolar yazılıyor ve çekimlere başlanıyor.
En iyi rejisör, en kısa zamanda film çeken rejisör. Çok az film yakan rejisör el üstünde. Yapımcı bir film için örneğin yirmi beş kutu film harcayabilirsin, diyor. Fazladan harcarsan cebinden ödersin. Bir, iki, bilemedin üç senarist var. Bütün filmlerin senar yolarını onlar yazıyorlar. Filmler hep birbirine benziyor. Genel de araklama senaryolar oluyor. Yapımadan herkes korkup tir tir titriyor. Rejisör kral, dediği dedik. Starlar hariç herkesi azarlıyor, kovuyor, gerekirse dövüyor. Ama starlara el pençe divan. Silme iş yaptıran starın ismi...