Bir çocuk dünyaya getirmek öyle önemli, öyle gizemli bir işti ki, onu doğru dürüst gerçekleştirebileceğine inanmıyordun. Yaşamı aktarma yetinin seni aşmasını kabullenmen gerekiyordu. Annenle babanın da seni doğurmaya karar verirken, senin bugün olduğundan daha akıllıca davrandığını düşünmüyordun. Onların kararındaki bencillik, hafiflik karşısında şaşırıp kalıyordun. Olduğun kişiyi, olmanı istedikleri kişiden çok daha az isteyeceklerini düşünüyordun. Kendini bir sahtekar gibi hissediyordun, çünkü onları düş kırıklığına uğratmamış olsan da, kurdukları düşlere hiç benzememiştin. Öte yandan, o düşleri de bilmiyordun, sana anlatmalarını hiç istememiştin. İnsan neden çocuk yapar ki? Yaşamı uzatmak için, ayrıca çocuğunun neye benzeyeceğini görmeye meraklı olduğu için.
Çocuğuna ayrı bir birey ve kimlik olarak bakabilen, onun doğasına saygı gösteren veliler "benim çocuğum" ile başlayan kontrol odaklı cümleler kurmuyorlar elbette. Ancak yaygın dil kontrol odaklı...Örneğin kontrol odaklı veliler "Bizim kıza özel bir hoca tutacağız," derken çocuğunun tercihlerini önemseyen veliler "Kendini geliştirmesi konusunda deneyimlerimizi paylaşacağız," diyor.
İlk grup veliler "Sordum soruşturdum, oğlanı X dershanesine yazdırdım," derken ikinci gruptaki veliler "Oğlumuza üniversiteye hazırlanırken seçimlerinde yardım önereceğiz," diyorlar. Bu durum "Baktım olmuyor, elli soru çözmeden yatmak yok dedim," yerine, "Çocuğumun öz disiplininin gelişmesini önemsiyorum,"; "Beyefendiyle hukuk okusun diye bir kavgamız var bakalım," yerine "Seçeceği üniversiteleri birlikte araştıracağız,"; "Keman çalmayı seviyor ama önümüzde sınav var. Mecbur bırakacak," yerine, "Önemli olan kendisi olması. Sanatsal yönde ilerlemeyi istediği için destek olacağız," diyebiliyorlar. Birinci gruptaki anne-babalar çocuğun yerine kararlar verip ona seçim ve özgürlük alanı tanımazken ikinci gruptakiler ona seçme imkanı sunup gerektiğinde destek olmaya çalışırlar. Çünkü aynı çocuk yarın kariyer, siyasi tercih, arkadaş seçimi, eş seçimi gibi konularda karar vermek durumunda kalacak.
23 Nisan 1920!
Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin kuruluş ve açılış günü!
23 Nisan, o kadar önemli bir gündür ki, Meclis, o günün, her yıl milli bayram adıyla kutlanmasına karar verdi.
Bir yıl sonra, 23 Nisan gününe yaklaşılırken bütün Ankara, Meclis'in açılış gününü en güzel şekilde kutlamak için yoğun bir hazırlık içine
Size okumak zor gelirse eğer, şöyle düşünün: Okumaya, görmeye dayanamadıklarınızı kadınlar yaşıyorlar. Ve önemli bir haber: Sadece bir "mağdur" olarak değil, karar hakkı için mücadele eden bir özne olarak, kendi hayatlarının kahramanı olarak yaşıyorlar. Elbette yaşamak, şiddetten korunmak için çırpınıyorlar, asıl sorun da bu zaten. Boşanmak isteyen kadınların korunmamaları, kadınların sürekli ne giyeceklerine, nasıl yaşayacaklarına, anne olup olmayacaklarına, kaç çocuk doğuracaklarına karışılması, erkeklerin işlediği suçun örtülebilmesi, yargının hep erkeği koruması... Sonuçta asıl sorun kimsenin dönüp de kadına onun kendi isteğini sormamasıdır.
Bir çocuk hatalı davranırsa veya itaat etmezse, ebeveynlerin cezaya başvurması yaygın bir durumdur. Sadece nadiren hatalı davranan ve bu nedenle birkaç ceza alan DEHB olmayan bir çocuk için bu doğru olabilir. DEHB'li bir çocuğun daha fazla hatalı davranması ve çok sayıda ceza alması muhtemeldir. Araştırmalar, DEHB olan çocukların
BEYAZ LÂLE
Hudutta bozulan ordu iki günden beri Serez’den geçiyordu. Hava serin ve güzeldi. Ilık bir sonbahar güneşi, boş, çimensiz tarlaları, üzerinde henüz taze ve korkak izler duran geniş yolları parlatıyordu. Bu gelenler, gidenlere hiç benzemiyorlardı. Bunlar adeta ürkütülmüş bir hayvan sürüsüydü. Hepsinin tıraşları uzamış, yüzleri pis ve
YEŞİL RENKLİ NAMUS GAZI OPERASI
«Hasan Âli Yücel, bu hikâyeyi oyun olarak yazmamı önermişti. Hikâyemi Yücel'in anısına adıyorum.»
Uvertür
Dünyanın tarihi iki milyar dörtyüz milyon yıllık deniliyor. Benim bitmemiş tarihim, şimdilik elli yıllık. Kelebeğin tarihi bir günlük.
*
Arkeologlar yeraltında yeni bir kent buldular. Bu kentte birçok
"Size Jak'in evimi kullanmasına neden izin verdiğimi anlatmak istiyorum. Bu öykü çiftlikten çiftliğe, yarıştan yarışa koşarak atları terbiye etmeye çalışan gezgin bir at terbiyecisinin genç oğluna kadar uzanır. Babasının iş nedeniyle çocuğun lise eğitimi kesintiye uğramıştır. Lise ikinci sınıftayken, büyüdüğü zaman ne olmak, ne yapmak
Bakın, ben hiç evlenmedim; bunun için bu konuda karar veremem. Ancak şunu iyi biliyorum, bir evlilikte çocuk da önemli bir unsurdur. Çocuk gerginliklerden uzak, sevgi dolu, huzurlu bir ortamda yaşatılmalıdır.
_UYUYORSUN! Rüyadasın. Gece gündüz demeden rüya görüyorsun. Bazen açık bazen de kapalı gözlerle. Hakikat değilsin. Rüya gören bir zihin, hakikati göremez ve hakikati de bir hayale dönüştürür. Gerçekle yüzleşirsen gerçek, hakikate dönüşür; kaçarsan yalanlar içerisinde yaşarsın. Uyan! Uyanık ol. Uyanık olmak hedeftir. Sessizlik içinde düşünerek
_Rüya, gören olmadan da var olabilir. Rüya gören olmadan rüya mevcut olduğunda ise bu özgün gerçeklik gibi gelir. Siz yoksunuz ama kozmik bir akıl var. Brahma var. Bu yüzden bütün alemin Brahma'nın gördüğü bir rüya olduğunu söylerler. Bütün bu dünya bir rüyadır, bir mayadır. Ama bu her şeyin, tümün bir rüyasıdır. Kişisel bir rüya değildir.
"Başkalarına muhtaç olmak, ayıp bir şeydir!"
Bu sözünü hiç unutamadım onun. Unutmam da... Kim tarafından ve ne zaman yaralandığını hiç bilmiyorum ama güzel ve çekici bir kadındı. Güzelliği, en çok kendisini umutsuzca özlemesinden kaynaklanıyordu. Güzelliği, yüzündeki yitik seslerden, can çekişen anılardan, yüreğindeki umutsuz kanayıştan
_Yaşam, ufacık şeylerden, küçük mutluluklardan oluşuyor. Hiçbir şey büyük ve kutsal değil. O yüzden sözde büyük olan şeylere ilgi duyarsan yaşamı ıskalarsın. Yaşam bir bardak çayı yudumlamak, bir dostla sohbet etmek, sabah yürüyüşe çıkmaktır, ama illa belli bir yere doğru değil, amaçsız, son belirlemeden hareket etmektir. Böylece herhangi bir
Bilinen kısa ismi ile İbn Tufeyl (ö. 1185), bir İslam devleti olarak Ortaçağ’da, Güney İspanya’da kurulmuş olan Endülüs’te yaşamış, pek çok bilim alanında uzmanlaşmış bir Arap Müslümandı. Ünlü kitabının ve kahramanının ismi Hayy bin Yakzan idi.
Hayy'in kısaca özetleyeceğimiz öyküsü "yeryüzünün en ılıman ve mükemmel havasına sahip,"
Tsinandali'de esir alınan Prensesler ve Madam Drancy, acı ve korku dolu bir diyara doğru yol alıyordu. Başlarındaki dağlılar, esirleri kendi malı gibi görüyorlardı. Onları İmam'a teslim ettiklerinde büyük bir mükafat alacaklardı. Fakat dağlılar, esirlerinin önemi ve konumunun farkındaydı. Son derece gaddar tavırlar sergileseler de kimse