Martıları Seven Adam ‘ı uyku tutmamış, yatağında dönüp duruyordu. Çünkü onu martılardan daha mutlu eden tek bir şey vardı, o da Fransız Teğmenin Kadını Patrice’ydı ve onu düşlerken gözüne uyku girmiyordu. Hava aydınlanırken
Sinem Aytop ile klasikleri okuma kararı aldık. kendim için liste hazırlarken güncel liste eksikliğini fark ettim. eksikliği gidermek için buradan da paylaşıyorum.
1) kuyruklu yıldız altında bir izdivaç
Türk edebiyatımızın az ama öz üreten kalemlerinden, daha çok şairliğiyle tanıdığım
Ahmet Haşim ‘in vefatının yıldönümüydü dün.
Kimdi bu yazarımız diye araştırdığımda ilginç bir yanıyla tanıştım:
“Ahmet Haşim kendisinden memnun değildi. Bu onda ciddi bir acıydı. Denilebilir ki, güzel bir adam değildi fakat o kendisini olduğundan daha çirkin bilirdi. Yüzünde herkesin bir Halep çıbanı zannettiği, ancak bir kaza neticesinde oluşan küçük bir yara nişanesi vardı..”
Güzel insanlarla dost olmaktan çekinen, kendisini terk eder korkusuyla güzel kadınlardan uzak duran, güzel olana karşı da hep bir kıskançlık hissi taşıyan böyle tuhaf bir adammış Ahmet Haşim.
Kaderin cilvesine bakın ki, yıllarca ‘Güzel’ Sanatlar Akademisinde ‘estetik’ derslerine girmiş.:))
Okuldaki arkadaşları ona ‘Arap Haşim’ lakabını takmışlar. Bu olay çirkin olduğunu düşünmesiyle de birleşince, insanlardan ve hayattan uzak kalmayı seçmiş. “Az insan, çok huzur”un da en önemli temsilcisiymiş..
Nükte olarak insanlar Ahmet Haşim’e geceleri gezmeyi sevmesinden dolayı da şu sözü yakıştırmışlardı:
‘Geceleri seviyoruz diye kimse kendini yıldız sanmasın’.
Gece gezmesinde, yine çirkin olduğunun düşünmesi etkiliydi..
Onun ‘Başım’ adlı şiiri bu üzüntüsünün şiiridir:
‘Bu cehennemde yetişmiş kafaya,
Kanlı bir lokmadır ancak mihenim.
Ah ya Rabbi, nasıl birleşti,
Bu çetin başla bu suçsuz bedenim...’
Vefatının yıldönümünde saygı ve rahmetle... #4.6.1933🏴
Ecnebi saati iptilasından evvel bu iklimde, iki ucu gecelerin karanlığıyla simsiyah olan ve sırtı muhtelif evkatın kırmızı, sarı ve lâcivert ateşleriyle yol yol boyalı, azîm bir canavar halinde, bir gece yarısından diğer bir gece yarısına kadar uzanan yirmi dört saatlik “gün” tanılmazdı.
Ziyada başlayıp ziyada biten on iki saatlik, kısa, hafif, yaşanması kolay bir günümüz vardı. Müslümanın mesut olduğu günler işte bu günlerdi; şerefli günlerin vakayiini bu saatlerle ölçtüler.
Artık fecri yalnız kümeslerimizdeki dargın ve mağrur horozlara bıraktık. Şimdi müslüman evindeki saat, başka bir âlemin vakitlerini gösterir gibi. Bizim için gece olan saatleri gündüz ve gündüz olan saatleri gece renginde gösteriyor. Çölde yolunu şaşıranlar gibi biz şimdi zaman içinde kaybolmuş kimseleriz.
Gurebahane-i Laklakan
Ne deniz kenarında ,ne ovada,ne dağ başında,ne güneşte,ne havada mesut olmasını bilmeyenler acaba kışın şehirde,yağmurda ve çamurda mesut olmayı bilecekler mi?
Müslüman Saati
Artık fecri yalnız kümeslerimizdeki dargın ve mağrur horozlara bıraktık. Şimdi müslüman evindeki saat, başka bir âlemin vakitlerini gösterir gibi, bizim için gece olan saatleri gündüz ve gündüz olan saatleri gece renginde gösteriyor. Çölde yolunu şaşıranlar gibi biz şimdi zaman içinde kaybolmuş kimseleriz.