Leyla ile Mecnun. Dizi olan halini izlemeye çalışmış, her seferinde başarısız olmuştum. Saatlerce televizyon izleyemiyor insan okudukça. Parça parça izlediklerim olurdu. Gülerdim, sıcaktı, komikti.
Kitaba gelince, ana karakter dünyadaki varlığını sorgulayan, kendine güvenmeyen, hatta kimsenin kendisine güvenmediği, bütün girişimleri olumsuz sonuçlanan, mutluluğun peşinde farklı bir hayal gücüne sahip, sözünü esirgemeyen biri. Çevresindeki insanlar da kendi kadar orijinal. Hepsi bu dünyadan ve biraz da bu dünyadan değil gibi.
“Yarım kalan her şey tamamlanır” diyordu kitapta. Nasıl tamamlanır? Bunu da insan çabasıyla belirler. Toplumun tembellik illetinden sarıldığı, her şeyi bizim için yapsın diye beklediği Aksakallı dedenin kendine dahi hayrı olmadığını, birbirimizin dertlerine kulak tıkamasak hırsızların pirim yapamayacağını, bakkalların veresiye defteri gibi kabarık vicdanlarını ve sıcaklıklarını, umudumuzun acımızdan büyük olması gerektiğini anlatmış yazar. Dostluğu öyle işlemiş ki, en olmadık şeyler için bile kenetlenmenin ancak dostlukla başarılabildiğini göstermiş.
Bizi kah çöllerin kavruk sıcaklığına, kah tarihin tozlu raflarına kah ağlatarak kah güldürerek götürdü kitap. Toplumsal bir çok yaraya dokundu.
Not: Argo ve dil bilgisinin hiçe sayılması kendini çok daha iyi anlatmak için seçtiği bir yöntem olduğunu düşünüp, yadırgamıyorum. Şekle takılmayın diyor yani :)