Her şey bitti, yavrum. Bir gün sen de baba olacaksın, bir erkeğin hayatındaki bazı anların ne kadar acı olduğunu sende keşfedeceksin. Sanki her tuttuğu elinde kalıyor insanın, bu da büyük bir umutsuzluğa yol açıyor. Ama bitti artık.
Korku cezadan çok daha beterdir, çünkü ceza bellidir, ağır da olsa, hafif de, hiçbir zaman belirsizliğin dehşeti kadar, o sonsuz gerilimin ürküncülüğü kadar Kötü değildir.
Her propaganda halkın anlayacağı düzeyde olmalı ve hedef kitlesi içinde anlayış gücü en kısıtlı olan kişinin seviyesine göre ayarlanmalıdır. Etkisi altına alması hedeflenen kitle ne kadar büyükse, zihinsel seviyesi de o kadar düşük olmalıdır. Bilimsel yükü ne kadar az olur ve kitlenin duygularını ne kadar hesaba katarsa, başarısı da o kadar büyük olacaktır.
~
İnsan, eylemlerin kullanışlı bir sıradüzeninde alt sıralarda yer alan belirli eylemlerin bilincindedir, hatta kendisine adeta tüm özü gibi değişmez görünen bu gibi eylemelere karşı bir eğilim keşfeder içinde. Kendini genel değerlendirmede en üst ve en yüce olarak kabul edilen öteki eylem türlerinde sınamayı ne çok ister; bencilce olmayan bir
Ne kadar az bilirsen bilmek istemediğin şeyleri, o kadar az incelir derin, incinir kalbin. O kadar az kanarsın. Böyle bakınca aslında, cehalet o kadar da kötü bir şey değildi.
Pek çok insan haram ve helale dair hükümlerin sadece Kur'anda olduğundan bahisle Hz. Peygamber'in böyle bir yetkisi olmadığını iddia etmektedir. Buna göre haramlar ve helaller Kur'an'da belirlenmiştir; Rasûlullah zamanında var olan ve kitapta geçmeyen bir şey kesinlikle haram değildir. Çünkü haram olacak olsaydı her şeyi teferruatına varıncaya kadar açıklayan Kur'an bunları da açıklardı. Nitekim bu bağlamda, "Hz. Peygamber zamanında vahyin inişi devam ediyordu, dolayısıyla her bir haramla ilgili ayet inmesi gerekirdi. Çünkü bazen o kadar teferruat bilgisi veriliyor ki, bunlara bakarak, bir şey haram idiyse onunla ilgili olarak da ayet inmesi gerekirdi." denmektedir
Buna şu cevabı vermek mümkündür: Bir önceki konuda değindiğimiz üzere, Allah'ın her bir meseleyle ilgili olarak ayet indirmesini beklemek Kur'an'ın hacmini ciltler dolusu bir noktaya taşırdı. Ayrıca Hz. Muhammed'in hareket alanını, yetki ve konumunu bütünüyle sınırlandırırdı. Çünkü her meselede vahiy gelecek olsaydı, Hz. Peygamber sorular karşısında vahiy gelmeden ağzını bile açamazdı
"İnsan doğar. On-on beş yıl sonra dünyanın nasıl bir tezgah olduğunu ve doğumla ölüm arasına nasıl hapsedildiğini fark eder. Bu aslında bir histir, bilgi değil. Ve ilk tepkisini verir. Avazı çıktığı kadar bağırarak. Bu çığlık, bir kalabalığın içinde cüzdanını çaldırdığını fark eden kişinin çaresiz haykırışına benzer. Önce, aşağılayan ve
“Yaşam yalanla dolup taşan bir çılgınlıktan ibaret olduğuna göre, insan ne kadar uzaktaysa, yalanlarına ne kadar çok şey katabiliyorsa, o kadar mutludur, bu da doğal ve olması gereken bir şeydir. Hazmedilmesi zor olan gerçektir.”
Bu zekice konuşmaların hiç ama hiçbir değeri yok. İnsanı kendi kendisinden uzaklaştırır, o kadar. Kendi kendinden uzaklaşmak da günahtır. Yapılması gereken, insanın tıpkı bir kaplumbağa gibi kendi içine girip yerleşebilmesidir.
Bir kişinin belli bir gruba ait oluşunu belirleyen şeyin temelde başkaları olduğu ne kadar doğrudur; onu kendilerinden yapmaya çalışan yakınlarının - akrabalar, memleketliler, dindaşlar-etkisi ve onu dışlamak için uğraşan karşı kamptakilerin etkisi. Her birimiz itildiğimiz, bize yasaklanan ya da tuzaklar kurulan yollar arasından kendine bir yol açmak zorunda; birdenbire kendimiz olamayız, ne olduğumuzun "bilincine varmakla" yetinmeyiz, neysek o oluruz; kimliğimizin"bilincine varmakla" yetinmeyiz, onu adım adım kazanırız.
Burada bitiyor bir sevda, ele avuca
sığmayan kederler, kimi gülüşler ve bir
o kadar da unutulmaya yatkın anılar
bırakarak geride; belki birkaç da şiir...