Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur
Sanırım hiçbir şeyin öyle pek tamamlanmadığı Bir çağda yaşıyordum.
Sayfa 414Kitabı okudu
Örneğin acının, yoksulluğun, sefaletin, ölümün ve bu buna benzer tüm kötülüklerin olmadığı bir dünya hayal edelim. Açlık mı? Yok, herkes rahatlıkla istediğini yiyip içebilmekte, çok güzel yerlerde barınabilmekte. Aşk acısı? Yok, herkes istediği kişiyle beraber olabilmekte. Kimse kimseyi kıskanmıyor, herkes birbirinin iyiliğini düşünüyor. Her şey dört dörtlük. Hatta öyle ki birbirimize iyilik yapmaya bile gerek yok, kıskançlık olmadığı için aşkın da tadı çıkmıyor. Çalışma yok, dert yok tasa yok… Böyle bir dünya bizde duygu denilen bir şey bırakmazdı sanırım. Yüzyılların getirdiği kültür, uygarlık, edebiyat, felsefe çöp olup giderdi. Özlem, aşk, hüzün ve belki de huzur, mutluluk törpülenir hatta biterdi. Eğer evren bir simülasyonsa, bu simülasyonun kodlarında büyük bir kargaşa çıkardı, arıza çıkar ve bir müddet sonra simülasyon yok olurdu. Yani işin ironik tarafı tam hedeflenen mükemmeliyete varınca mevcudiyet ortadan kalkardı. Yüzyıllar boyunca özlenen, hedeflenen o kutsal gün aslında her şeyin bittiği günle aynı.
Reklam
“Mutsuz’a Kim Bakacak, Maviş Anne” şiiri
“İki sigaram kaldı bu gece için, Maviş Anne, iki muhabbet kuşum. iki kendim varmış, Maviş Anne, biri benmişim, biri Mutsuz. Ben ölürsem Maviş Anne, Mutsuza kim bakacak? Dünyaya bile bir dünya anne lazım. Biri sen ol, Maviş Anne, biri ben. Dünyanın bütün sabahlarına iki bilet al da birlikte gidelim, Maviş Anne. Bana da kendi serüvenimden bir yer
"Ah Malte, geçip gidiyoruz ve bana öyle geliyor ki herkes geçip giderken pek bir dalgın, meşgul ve dikkatsiz; gidişimizin farkında değiller bile.. Sanki bir yıldız kayıyor da kimse görmüyor ve kimse dilek tutmuyor. Asla bir şeyler dilemeyi bırakma Malte. İnsan dilemekten vazgeçmemeli. Sanırım gerçekleşme yoktur da, uzun süren, bütün bir ömür süren dilekler vardır; öyle ki onların gerçekleşmesini zaten bekleyemez insan.."
Bu söylediğimin doğru olup olmadığından hiç emin değilim ama bana öyle geliyor ki sanki hepimiz, içimizde bir başkası için ayrılmış bir yerle doğuyoruz. Bir parçası kayıp bir bulmaca gibi... Hayatımızın önemli bölümünü garip bir eksiklik duygusu ile geçirmemiz, bazı sabahlar anlaşılmaz sıkıntılarla uyanmamız, bazen isimsiz umutlarla neşelenmemiz, sanırım o boşluğun içimizde yarattığı girdaptan kaynaklanıyor. Karşılaştığımız her kadına ve erkeğe, belki de hiç farkında olmadan, girinti çıkıntıları o boşluğun kesiklerine uyacak mı diye bakıyoruz. Elinde Cinderella'nın ayakkabısıyla dolaşan biri var sanki içimizde, herkese, "Acaba ayakkabının sahibi bu mu?" diye bakıyor. Tam olarak neyi ve kimi aradığımızı bilmiyoruz. Bize öğretilen bilgilerden yola çıkarak aradığımız insanla ilgili birçok olumlu özellik sıralıyoruz ama genellikle söylediklerimiz gerçeğe çok uymuyor. Sonra birden birisi hayatımıza giriveriyor. Onun sahip olduğu bir şey, belki kokusu, belki dokunuşu, belki gülüşü, belki zekâsı, belki hayata bakış tarzı, belki zevki, belki aldırmazlığı, belki ihtirası, belki de kötülüğü, içimizdeki boşluğun bütün girinti çıkıntılarını dolduruyor. İlk düşündüğümüz, onunla mutlu ve huzurlu olacağımız. İçimizdeki boşluğun ancak "iyi şeylere" sahip biri tarafından doldurulabileceğini sanıyoruz. Ama gerçek, her zaman böyle değil.
İntihar mektubum
Sevgili tavşancığım, Sana bir şeyler yazmak yerine milyonlarca şey söylemek isterdim ama artık imkânsız galiba. Sanırım seni çok şaşırttım. Senin intihar planlarınla her dalga geçişimde kendi ölümüme kendimi alıştırıyor, korkaklığımı yenmeye çalışıyordum. Bir de öyle bir hayalim vardı ki gerçekleşmesi demek, yeniden doğmuş olmam demekti. Fakat
«benim gibi sessiz sedasız utanarak terk etme sahneyi. »Kitabı okudu
Reklam
Sanırım ben korkak değilim, en azından çoğunlukla öyle değilim. Bu duyguya kapılma olanağım oldu. Yalnız, katlanamadığım bazı düşünceler var.
"Sanırım rakibim öyle biri değil. O çok... Oldukça iyi bir oyuncu." Ben... Neden oynadığımı tam olarak açıklayamam. Satranç sevdiğim bir oyun. Önce ilk hamleyi yaptığımda bir bakıma meydan okuyorum.
"- Sanırım yaşamaya bile üşeniyorsun. - Öyle sanırım. - Peki özellikle sevmediğin şey ne ? - Her şey. Bu aralıksız koşuşturma, sıradan tutkular, açgözlülükler, birbirinden üstün olma arzusu, dedikoduculuk, insanı baştan aşağı süzmeler..."
Şimdiye kadar sevilmedim. Çok özendim. Fakat sanırım ki sevmedim. Yahut biraz öyle zannettiklerimin sevgi olmadığını şimdi anlıyorum. Gençlerin kalplerini saadetle dolduran sevgi perisi benim gönlümde hiçbir vakit bir hakikat şekline girmek lütfunu göstermedi. Daima daima hayal şeklinde kaldı. İşte ben öyle oyalandım. Hep hayaller hülyalar arkasından koştum. Hep mevcut olmayan afetler için ağladım. Bu hiçler için o kadar yoruldum ki aşkı da inkar edecek bir hale geldim.
Reklam
Sanırım hiçbir şeyin öyle pek tamamlanmadığı Bir çağda yaşıyordum.
Sayfa 414 - YKYKitabı okudu
Kalbimi de büyüttüm sonunda. Artık bazen gözlerime tırmanıp bakıyor sokağa, kirpiklerime tutunuyor, o ince parmaklıklara... Öyle çok büyüdü yani, görsen şaşarsın, Kalbim sanırım büyüyünce sokaklarda ağlayan biri olacak. Rezillik yani maviş anne! Kaçmaması için sen en iyisi kalbime de Benim serüvenimden bir yer ayırt. Aman, mutsuz bir yer olmasın!
“Sanırım öyle hiçbir şeyin tamamlanmadığı Bir çağda yaşıyordum.”
1.500 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.