Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur
Kelime; aslında yara demek. İnsanın çıkardığı sese lafız denir ve bu atmak demektir. Eğer bu lafız bir anlam taşıyorsa ve karşıdakinde bir iz bırakıyorsa buna kelime denir. Kelime; iz bırakmak, çizik atmak, yaralamaktır.
"- Özenti çok kötü bir şey, öyle değil mi? Hayatı da sanatı da bozan bir şey. - Yani insan otantik sahih olmalı demek istiyorsun. - Evet, insan her zaman gerçeğe yaklaşmalı demek istiyorum. - Peki gerçeğe hangi yollarla yaklaşılır? - Yabancılaşmadan kurtularak herhalde. - Ama bizi çeviren hayatın her alanı yabancılaşmanın izlerini taşıyorsa, tek başımıza bu izleri silebilir miyiz? - Silemeyiz. Ama her şeyin farkına varmaya çalışabiliriz. - Bu insanı kurtarmaya yeter mi peki? Yaşadığın hayatın ve insan ilişkilerinin değişmesi gerekir. - Ama düzene karşı savaşan, mücadele eden insanlar yabancılaşmadan uzaklaşabilir, öyle değil mi? - İnsanın oluşumu, kişiliği, şartlanmaları o kadar kolay değişmez ki.."
Reklam
Eğer kişi, kötü bir şey yaptıktan sonra ve yaptığı için bir suçluluk duygusu taşıyorsa, o zaman bu duyguya daha çok "pişmanlık" demek gerekir.
Sayfa 112Kitabı okudu
Eğer kişi, kötü bir şey yaptıktan sonra ve yaptığı için bir suçluluk duygusu taşıyorsa, o zaman bu duyguya daha çok "pişmanlık" demek gerekir.
Tarihin Mantığı
Tarih'in mantığı vardır. Hangi açıdan değerlendirilirse değerlendirilsin Tarih konuşur. Hangi açıdan alırsak alalım, onun dilini anlamakta, erdemlik ve doğruluk esastır. Bu yazılarda da, Tarih'in bazı kanunları dile gelecektir. Örneğin şuna işaret edelim: Her milletin tarihi, biraz da, bir şahsiyetler geçit resmidir. Tarihi şahsiyet demek; milletin tarihi kaderine, şu ve ya bu şekilde müdahalesi olan, etkisi olan ve bu şahsiyetler geçit resmine katılabilen adam demektir. Tarihi şahsiyet; bu geçit resmine katılmak için, kimseden izin almaz. Tarihi şahsiyet eğer bir değer taşıyorsa, eğer bir değer vaat ediyorsa, eğer onun, tarihin akışında bir misyonu varsa, o, kendi ihtiras ve kararlarıyla kendini sahneye atar. Bu sahnede, kendini kabul ettirir. Yani tarihi şahsiyet, hiç kimsenin değil, evvela kendi kendinin temsilcisidir. Tarihi şahsiyet, sorumluluk taşır ama, dikta kabul etmez. Kendisi dikta eder. Tarihin mantığı budur...
"Sosyopatlar empati yoksunuyken,kurbanları empatiyle dolup taşıyorsa,o halde bu iki insan tipi birbiri için biçilmiş kaftandı....Öte yandan empatiyi bölüşemezdiniz....Bende zaten fazla var,birazını sana vereyim,demek gibi bir şey mümkün değildi....Hem zaten sosyopatların daha sonradan empati edinmeleri gibi bir şey de söz konusu olamazdı..."
Reklam
İbrahim bin Ethem
İşte yine yalnız kaldığı ve boşlukta hızla yuvarlandığı bir gece koca sarayının tavanında bir takırtı işitir. "Kim var orada?" diye seslendiğinde gönlünü titreten bir ses; "Devemi arıyorum." der. Bu cevap karşısında celallenen Sultan Ibrahim "Senin devenin sarayın damında ne işi var?" der. Bu defa ses Ibrahim'den
Tarihin Mantığı
Tarih'in mantığı vardır. Hangi açıdan değerlendirilirse değerlendirilsin Tarih konuşur. Hangi açıdan alırsak alalım, onun dilini anlamakta, erdemlik ve doğruluk esastır. Bu yazılarda da, Tarih'in bazı kanunları dile gelecektir. Örneğin şuna işaret edelim: Her milletin tarihi, biraz da, bir şahsiyetler geçit resmidir. Tarihi şahsiyet demek; milletin tarihi kaderine, şu ve ya bu şekilde müdahalesi olan, etkisi olan ve bu şahsiyetler geçit resmine katılabilen adam demektir. Tarihi şahsiyet; bu geçit resmine katılmak için, kimseden izin almaz. Tarihi şahsiyet eğer bir değer taşıyorsa, eğer bir değer vaat ediyorsa, eğer onun, tarihin akışında bir misyonu varsa, o, kendi ihtiras ve kararlarıyla kendini sahneye atar. Bu sahnede, kendini kabul ettirir. Yani tarihi şahsiyet, hiç kimsenin değil, evvela kendi kendinin temsilcisidir. Tarihi şahsiyet, sorumluluk taşır ama, dikta kabul etmez. Kendisi dikta eder. Tarihin mantığı budur...
Sayfa 7 - Remzi KitabeviKitabı okudu
Eğer kişi, kötü bir şey yaptıktan sonra ve yaptığı için bir suçluluk duygusu taşıyorsa, o zaman bu duyguya daha çok "pişmanlık" demek gerekir.
Kişi Allah’ın vahyiyle aklını kullanarak mürşidini bulmalıdır; çünkü vahiy akıl için ışıktır. Işık varsa akıl görür, ışık yoksa akıl göremez. Bu yüzden kulaktan dolma bir bilgiyle “herhalde şöyle olması lazım, böyle söylemişler” demekle mürşid bulunmaz. Mürşid, Resulullah (s.a.v.) Efendimiz’in varisidir ve onu temsil eder. Bu durumda Resulullah
Reklam
Madem yeri geldi, açıklayayım: Yılmaz'ın yeni kitabı çıkmış. Ailece görüşmeyiz.Çünkü benim bir ailem yok. Ama zorlarsanız, ailemiz halktır deriz ikimizde. Onun dayısı benim bir yerlerden öğretmenimdir, benim halam zaten onun aşk kirvesi. Dağlara baka baka, kıçını Akdeniz rüzgârına kaptırmış bir toprağın çocuklarıyız. Annelerimiz bir nasılsa;
Sayfa 44 - SelKitabı okudu
_Hayat öylesine sürprizlerle doludur ki, sırtındaki küfeyi alır kiminden, elmasları yükler taş yerine. _Onların zırvalara inanmalarının sebebi, cahillikleri. _Sefil egolarının değer ölçüleriyle ölçüp, gerçeğe, güzele ve iyiye ağızlarından salyalar saçarak nutuk çekiyorlar. _Köle tiplerden oluşmuş hiçbir devlet yasayamaz. Köleden doğan yine köle
Bana, saygı sözcüğünü kullanmakla, aklın bir kavramıyla soruya açıklık getirecek yerde, karanlık bir duygu arkasına sığındığım söylenerek, karşı çıkılabilir. Ne var ki, saygı bir duygu olsa bile, etkilenmekle [edilgin olarak] duyulan bir duygu değil, aklın bir kavramı aracılığıyla kendi kendine yaşanan, bundan dolayı da eğilimin ya da korkunun yarattığı ilk türden bütün duygulardan türce ayrılan bir duygudur. Kendim için bir yasa olarak tanıdığımı, saygıyla tanıyorum. Bu da, duyularıma başka herhangi bir etkileme aracılığı olmadan, istememin bir yasa altında bulunduğu bilincinden başka birşey demek değildir. İstemenin yasa tarafından belirlenmesinin ve bunun bilincinin adı saygıdır; öyle ki bu saygı, yasanın özneye etkisi olarak görülür, nedeni olarak değil. Aslında saygı, ben sevgimi yıkan bir değerin tasarımıdır; dolayısıyla ne eğilim ne de korku nesnesi sayılabilecek bir şeydir, hernekadar bunların her ikisine de denk düşen bir şey taşıyorsa da. Saygının nesnesi yalnız ve yalnız yasadır, hem de kendi kendimize, üstelik kendi başına zorunlu imişçesine kabul ettirdiğimiz yasa. Yasa olarak ona biz, ben sevgimize danışmadan boyun eğeriz; ama kendimize kendimiz tarafından kabul ettirilmiş bir yasa olarak o, yine de istememizin sonucudur; ilk bakımdan korkuya, ikinci bakımdan ise eğilime denk düşer.
Sayfa 16 - Türkiye Felsefe KurumuKitabı okudu
Yanıltmayın beni Peder . Eğer sonunda cezalandıracaksa , Tanrı’nın beni hiç yaratmamış olması daha doğru olmaz mıydı ? Neden beni yarattı ? Sonunda böyle olacağını bilmesi gerekirdi . Eğer biliyorduysa demek ki cezalandırabilmek için yaratmıştır . O zaman elden ne gelir ? Bunu kim değiştirebilir ? Madem Tanrı öyle uygun bulmuş , bu cezanın önüne hiçbir şey geçemez. Eğer böyle bir niyeti taşıyorsa , daha baştan taşımıştır , kimsenin bunu önlemeye gücü yetmez . Acaba din adamları , fikrini değiştirmesi için Tanrı ‘yı ilan edebilirler mi ? Ya da niyetlerinden vazgeçilebilirler mi onu ? Tanrı kararını baştan vermiş peder . Siz ise kalkmış Tanrıyı kararından caydırabileceğinizi düşünüyor, günah işliyorsunuz ..
Taşıyorsa demek..
Bunca kelâm durup dururken gelmez ya bir insana. Bir yerden bir şey inince bir yerden bir şey taşar.
30 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.