Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Ayrılık Çeşmesinin de bir hikayesi varmış.
"Vaktiyle Gazanfer Ağa buraya bir çeşme bir de açık namazgâh yaptırmış. Şehirden ayrılan kervanlar kalanlarla burada vedalaştıkları için İstanbullular buraya Ayrılık Çeşmesi demişler."
Gerekli dua ve ayetleri unutmasına rağmen yirmi beş yıl köpekler Mevlut'u hiç korkutmamışlardı. Ama şu son iki yılda Mevlut onlardan yeniden korkmaya başlamıştı. Onlar da bunu fark ediyor, Mevlut'a havlıyor, onu sıkıştırıyorlardı. Acaba ne yapmalıydı? "MESELE DUA, AYET DEĞİL, NİYETTİR" dedi Efendi Hazretleri. "Bozacı, sen son zamanlarda milletin rahatını kaçıracak bir şey yaptın mı?" "Yapmadım," dedi Mevlut. Elektrik tahsil işine bulaştığını söylemedi. "Belki yapmışsındır da farkında değilsindir," dedi Efendi Hazretleri. "Köpekler bizden olmayanı sezer, anlar. Onlarda bu haslet Allah vergisidir. Bu yüzden Avrupalıları taklit etmek isteyenler köpeklerden korkar. Osmanlı'nın belkemiği Yeniçerileri katlederek Batılılar'a bizi ezdiren II. Mahmut İstanbul'un köpeklerini de katletmiş, öldüremediklerini Hayırsızada'ya sürgün etmişti. İstanbullular aralarında dilekçe imzalayıp köpeklerini sokaklara geri istediler. Mütareke yıllarında İstanbul işgal altındayken, İngilizler Fransızlar rahat etsin diye köpekler gene katledildi. İstanbul'un güzel halkı köpeklerini gene geri istedi. Bütün bu tecrübeyle artık köpekler kim kendilerine dost, kim düşman, derinden sezerler."
Sayfa 369 - Yapı Kredi YayınlarıKitabı okuyor
Reklam
Yanan Ormanlarda Elli Gün
Tarları verimsiz.Şöyle dişe dokunur hiç bir gelir kaynağı olmayan bu yerlerde fabrikalar yapılabilir. Çamlıklar safiye yeri olsa; Ankaralılar,bozkırı seven İstanbullular yazları gelebilir.
Sayfa 221 - YkyKitabı okudu
AŞK Şimdi sen kalkıp gidiyorsun. Git. Gözlerin durur mu onlar da gidiyorlar. Gitsinler Oysa ben senin gözlerinsiz edemem bilirsin Oysa Allah bilir bugün iyi uyanmıştık Sevgiyeydi ilk açılışı gözlerimizin sırf onaydı, Bir kuş konmuş parmaklarıma uzun uzun oturmuştu Bir sevişmek gelmiş bir daha gitmemişti Yoktu dünlerde evvelsi günlerdeki
İstanbullular bir Ankaralıyla konuşurken sürekli gülümsüyor. Sanki siz az önce gülünç, çocukça bir şey söylemişsiniz ya da yapmışsınız gibi şaşkın ama bağışlamaya hazır bir edayla gözlerinizin içine bakıp gülümsüyorlar.
Kadim Osmanlı başkentinde kimsenin ağzını bıçak açmamaktadır. İstanbullular, Boğaz'daki gemileri görmemek için başları önde, hızlı hızlı yürümektedir. Paşa, kendisini götürecek istimbotu beklerken yanındakilerin kederine de tanık olmaktadır. İşte o anda, belki de sigarasından derin bir nefes çektikten sonra, yaveri Cevat Abbas'a tarihe bir kararlılık ve dirayet nişanı olarak geçecek o sözleri sarf edecektir:"Endişelenme, geldikleri gibi giderler!"
Reklam
Ölüm bile bu köşelerde başka çehreler takınır. Bu değişiklikler hep birden düşünülünce muhayyilemizde tıpkı bir gül gibi yaprak yaprak açılan bir İstanbul doğar. Şüphesiz her büyük şehir az çok böyledir. Fakat İstanbul'un iklim hususîliği, lodos poyraz mücadelesi, değişik toprak vaziyetleri bu semt farklarını başka yerlerde pek az görülecek şekilde derinleştirir. İşte İstanbul bu devamlı şekilde muhayyilemizi işletme sihriyle bize tesir eder. Doğduğu, yaşadığı şehri iyi kötü bilmek gibi tabiî bir iş, İstanbul'da bir nevi zevk inceliği, bir nevi sanatkârca yaşayış tarzı, hattâ kendi nev'inde sağlam bir kültür olur. Her İstanbullu az çok şairdir, çünkü irade ve zekâsıyla yeni şekiller yaratması bile, büyüye çok benzeyen bir muhayyile oyunu içinde yaşar. Ve bu, tarihten gündelik hayata, aşktan sofraya kadar genişler. "Teşrinler geldi, lüfer mevsimi başlayacak" yahut "Nisandayız, Boğaz sırtlarında erguvanlar açmıştır" diye düşünmek, yaşadığımız ânı efsaneleştirmeğe yetişir. Eski İstanbullular bu masalın içinde ve sadece onunla yaşarlardı. Takvim onlar için Heziod'un Tanrılar Kitabı gibi bir şeydi. Mevsimleri ve günleri, renk ve kokusunu yaşadığı şehrin semtlerinden alan bir yığın hayal hâlinde görürdü. Yazık ki bu şiir dünyası artık hayatımızda eskisi gibi hâkim değildir.
Sayfa 120Kitabı okudu
GELDİKLERİ GİBİ GİDERLER
13 Kasım'da Paşa, epey hareketli Boğaz suları yüzünden Haydarpaşa'da bir süre beklemek zorunda kalacaktır. Başkentte kimsenin ağzını bıçak açmamaktadır. İstanbullular, Boğaz'daki gemileri görmemek için başları önde, hızlı adımlar ile utanç içinde yürümektedir. Paşa, kendisini götürecek istimbotu beklerken yanındakilerin de kederine tanık olmaktadır. İşte o anda, yaveri Cevat Abbas'a tarihe bir kararlılık ve dirayet nişanı olarak geçecek o sözleri sarf edecektir: "Endişelenme, geldikleri gibi giderler!"
İstanbul'da doğru da yanlış da,güzellik de çirkinlik de hep "ben olmayanlar" tarafından üretilir. Ama paradoksal olarak, düzeltilmesi de yine aynı "ötekiler"den beklenir. İstanbullular kendilerinin değil, kendi ayna imgelerinin sorumluluk almasını umarlar.
Sayfa 36 - Metis Yayınevi
Bir hafta sonra, Elsa, Atatürk'ün o sabah vefat ettiğini, haberi radyodan duyup, yukarı fırlayan Madamdan öğrendi. Birazdan apartmanda bir hareketlenme başladı. Kapılar açılıp kapanıyor, kimi­leri yukarı katlara, çıkıyor kimileri aşağıya iniyordu. Dinleri, milliyet­leri ne olursa olsun, herkes inanılmaz derecede üzgündü. Aralarında hıçkıran kadınlar, erkekler vardı. Hepsi Atalayların evinde toplanıp hep birlikte radyoyu dinlediler. Son nef esini sabah dokuzu beş geçe veren Atatürk'ün aziz naaşı geçici olarak Ankara'da Etnografya Müzesine gönderilecek, ebedi istirahatgahı hazır olana kadar orada istirahat buy u racaktı. İstanbullular, Ankara'ya gideceği tarihe kadar, Ata'larıyla Dolmabahçe Sarayı'nda vedalaşabileceklerdi.
Reklam
Ey İstanbullular!.. Siz bu rahatınızı benim bu gece, sokak ortasında kalışıma medyunsunuz.
Sayfa 13
Bizim Divan Edebiyatı neden sevgilinin boyunu serviye benzetmiş bilmem? Servi, hele İstanbullular için mezarlıklarla beraber hatırlanmaz mı?
Sayfa 204 - İthaki YayınlarıKitabı okudu
Mihrabı tuvalet yapılan Cami!
Tek Parti devrinde türlü kılıklara giren camilerin hapishane dahi yapıldığına dair bir tanıklığı sizlerle paylaşmak istiyorum.Divriği kökenli değerli tarihçi Dr. Necdet Sakaoğlu'nun Toplumsal Tarih dergisine anlattıklarını naklediyorum: "Çocukluğumu geçirdiğim kasabada, Cedid Mustafa Paşa Camisi hapishane olarak kullanılıyordu. Taş bir
Sayfa 229 - TimaşKitabı okudu
İstanbul’un Sessiz Sakinleri
"Müslümanların oturdukları sokaklarda köpekler mecbur kalınmadıkça dövülmez, rahatsız bile edilmezdi. Çünkü sadece köpekler değil, bütün hayvanlar sevilir, Allahın bir emaneti olarak görülürdü. Hatta birçok insan, köpeklerin beslenmesi için hatırı sayılır meblağlar vasiyet ederlerdi. Esasen köpekler sokakların canlı süpürgeleriydi; ne bulurlarsa oburca yerlerdi. İstanbullular onların varlığına o kadar alışmışlardı ki, Abdülmecid devrinde toparlanıp Marmara'daki Hayırsız Ada'ya sürüldüklerinde son derece rahatsız olmuş, köpekler geri dönünce de adeta bayram sevinci yaşamışlardı. Kedilere gelince onlar evlerin demirbaşlarıydı zaten."
1.322 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.