Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur
Raymalı-aga kendi zamanında çok tanınmış bir cırav (yırcı), bir ozan idi. Daha küçük yaşta ün kazanmıştı. Tanrı vergisi bir yetenek ve kişiliğinin üç güzel özelliği sayesinde bozkırın en ünlü yırcısı, âşık ozanı olmuştu: Güftesini kendi yazar, bestesini kendi yapar ve güzel sesiyle bunları hem çalar, hem söylerdi. Dinleyenler ona hayran
Sayfa 334 - Ötüken
Gövdesinin çapıyla karşılaştırıldığında acınası incelikteki çok sayıda bacak, gözlerinin önünde çaresizlik içersinde, parıltılar saçarak sallanıp durmaktaydı. ‘Ne olmuş bana böyle?’ diye düşündü. Gördüğü düş değildi. Biraz küçük, ama normal, yani içinde insanlar yaşasın diye yapılmış olan odası, ezbere bildiği dört duvarın arasında eskiden
Reklam
Önceleri biz insanların hak ve özgürlüklerini korumak için oluşturulan devlet, zamanla büyüdü. Bireyi korumak için oluşturulmuş olan devlet, birey üzerinde tiranlık kurmaya başladı. Güya "iyiliksever devleti" temsil eden krallar, imparatorlar, sultanların baskı ve zulmü altında insanlar ezildi. Yaşama hakkı, mülkiyet hakkı, kişisel özgürlükleri hiçe sayıldı. Asırlar "despot devlet"in izlerini taşıdı. Ekonominin gelişmesine paralel olarak devlet faaliyetleri de genişledi. Faaliyetleri genişledikçe harcamaları arttı. Harcamaları arttıkça daha fazla vergilemek zorunda kaldı. Bu da yetmedi, sınırsızca ve sorumsuzca borçlandı. Para basma yetkisini kötüye kullandı. Sonuçta ekonomide sorunlar ortaya çıkmaya başladı. İsraf ve savurganlıklar çoğaldı. Devlet, asıl varlık nedenini unuttu. Ve devlet, sosyal faydasından çok sosyal maliyeti olan bir kurum olmaya başladı.
‘İttihat ve Terakki’den beri hep bu ‘cek cek, cak cak’ları dinlerdi. İşte gelmiş gidiyordu. Ne zaman ‘cek cek, cak cak’lar yerlerini ‘Hah, tamam. Oldu, bitti’lere bırakacaktı? ‘Allah bilir!’ diye geçirdi. ‘Allah bilir ya, bu asırda Allah da bildiğini unuttu. Tövbe tövbe, insanlar Allahlarından çok biliyorlar!’
Sayfa 47 - Everest Yayınları, 15.baskı, 2016.Kitabı okudu
İnsanlar nereye gittiklerini biliyor mu acaba? Nereden gelip nereye gittiklerini. Duran çocuk; şunu bil ki, işte bu yollar, bu arabalar, bu sel olmuş akan sarı-kırmızı ışıklar arasında âdemoğlu bu sorunun cevabını unuttu. Hatırlamak da istemiyor.
Sayfa 33 - Dergâh YayınlarıKitabı okudu
Duran sessiz. Yol boyu bir soru sordu sade: -Bunca araba nereye gidiyor,diye. Yahu bu ne amansın soru böyle. Sorunun padişahı. Vay garip Duran vay. Ben ne desem sana şimdi. Uluslararası finans kapitalden mi söz açsam; küreselleşmeden mi; yoksa buhar makinası ile benzin motorundan mı? Sam Amca’nın yaşam tarzından mı? Hem bu laflardan ben bişey anlamıyorum, sen ne anlayacan. İnsanlar nereye gittiklerini biliyor mu acaba? Nereden gelip nereye gittiklerini. Duran çocuk; şunu iyi bil ki, işte bu yollar, bu arabalar, bu sel olmuş akan sarı-kırmızı ışıklar arasında âdemoğlu bu sorunun cevabını unuttu. Hatırlamakta istemiyor. Hatırlamak isteyenleri tersliyor, saf dışı bırakıyor. Amaan... Boş ver..
Reklam
Telefonlar sussun!..
- Telefon var ağabey. - Tamam Ümit. - Alo! - Buyrun, gece sizi dinliyor. - Sen ne biçim Müslümansın be! Defol git. - Alo! - Sizden çok şey öğreniyoruz, sağolun. - Alo!
Sayfa 113 - Profil YayıncılıkKitabı okudu
"İnsanlar konuştukları için artık kokuya gerek duymuyorlar, değil mi? Şimdi sen bana insanların konuştuklarını mı söylüyorsun?" Artık karşılık vermiyordum. Dinlemeyi sürdürdüm. Dostum: "Sen de biliyorsun ki insanlar gerçekte konuşmuyorlar. Konuşur gibi yapıyorlar. Öğrendikleri sözcükler var. Birbirlerine onları söylüyorlar. Gerçekte çok azı, çok az zaman için konuşuyor. Onlara da dikkat et, duygu sözcükleri yoktur. Birbirlerine söylemeleri gereken sözleri söylerler. Onun için de çoğunlukla birbirlerini dinlemezler. Gerçekte konuşmayan, gerçekte dinlemeyen insanlar iki önemli iletişim aracını da kaybettikleri için artık anlaşamaz hale gelirler. Koku ve dokunma. İşte gerçek iletişimin iki yolu. İnsanlar ikisini de unuttu."
undefinedKitabı okudu
eni bağışla. soylu bir aileden gelmekle, becerikli öğretmenlerden ders almakla övünen bu sonradan görmeyi bağışla. iyi ile kötüyü, güzel ile çirkini, sevgili ile düşmanı ayırt edemeyen bu cahili bağışla. sensiz yaşamının çorak bir çöle döndüğünü fark edemeyen bu aymazı bağışla. bağışlanmayacak kadar açgözlü, hırslı, vefasız olan bu kaba adamı
Öyle çok dalgındılar ki, karşılamayı da uğurlamayı da unuttu insanlar.
Sayfa 13
Reklam
Çok zaman önceydi. O kadar zaman önceydi ki 'zaman' diye bir şey yoktu. İnsanlar, güneş doğup batıncaya kadar yaşıyorlardı hayatı, bir daha hiç olmayacakmış gibi dolu ve anlamlı. Derken 'zaman' diye üç parçalı bir şey icat etti insan. Bir parçasına 'dün' diğer parçasına 'bugün' öteki parçasına da 'yarın' dedi. Sonra nasıl oldu bilinmez yada bilinir de söylenmez; fesat karıştı zamana ve insan unuttu bugününü. Dününü düşünüp pişman oldu, yarını için teleşlandı her daim ama işin ilginç tarafı tüm telaş ve pişmanlıklarını güneş doğup batıncaya kadar yaşadı hep. Farkında olmadan rezil etti bugününü. Oysa yarın, bugüne 'dün' diyecekti, zaten dün de bugüne 'yarın' diyordu. Neysr beceremedi işte. Bir eliyle yarına, diğeriyle düne yapıştı yani; bugünü eline yüzüne bulaştırdı, mutsuz oldu insan. Ve ne gariptir ki yarının telaşını da dünün pişmanlığını da hep bugün yaşadı lakin bugünü hiç yaşayamadı; ne yarın ne de dün!
Sayfa 18
759 öğeden 736 ile 750 arasındakiler gösteriliyor.