Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Okunmaya o kadar değer ki
LEV TOLSTOY, İTİRAFLARIM’DAN Eğitimli ve bilge kişilerin ortaya koydukları akla dayalı bilgi yaşamın anlamını reddederken büyük insan kitleleri, bütün insanlık, bu anlamı akıldışı bilgiyle algılıyordu. Bu akıldışı bilgi ise inançtır, tam da benim kabul edemeyeceğim şey. Bu, Tanrıdır; altı günde yaradılış, şeytanlar ve melekler ve diğerleri.
Uzun yazı ama İLGİNÇ bir olay
“Eski ve kapanmış bir çocuk kaçırma dosyası yeniden açılmış ve önüme gelmişti” diye devam ediyor hâkim bey. “O davadan yaklaşık dokuz yıl önce, İzmir’de ticaretle uğraşan, otuzlu yaşlarında Serdar Yolaçan’la eşi yirmi dokuz yaşındaki Sibel Yolaçan’m iki çocuğundan biri olan Ebru kaçırılmıştı. Kaçırılma olayı da şöyle olmuş: Bir haziran günü Sibel,
Reklam
“Peki, şimdi ben ona niçin, hangi maksatla gittim? Ben ona: iş için geldim, demiştim. Hangi iş için?.. Benim orada görülecek hiçbir işim yok­tu. Ona, gidiyorum, demek için mi gitmiştim? Sanki ne lâzımdı!.. Yoksa onu seviyor muyum?.. Sevmiyorum ki? Şimdi onu bir köpek gibi kov­dum ya. Yoksa gerçekten de onun haçları mı ba­na lâzım olmuştu? Oh, ne kadar da alçalmışım? Hayır, bana onun gözyaşları lâzımdı, onun duy­duğu dehşeti görmek, yüreğinin nasıl sızladığını, nasıl parçalandığını seyretmek lâzımdı. Hiç ol­mazsa bir şeylere tutunmak, biraz vakit kazan­mak, bir insan yüzüne bakmak lâzımdı. Bir de kendime güvenmeye, kendi üzerime hayaller kur­maya kalkıştım! Dilenci, sefil, aşağılık adam! Aşağılık adam!”
_Yaşam, ufacık şeylerden, küçük mutluluklardan oluşuyor. Hiçbir şey büyük ve kutsal değil. O yüzden sözde büyük olan şeylere ilgi duyarsan yaşamı ıskalarsın. Yaşam bir bardak çayı yudumlamak, bir dostla sohbet etmek, sabah yürüyüşe çıkmaktır, ama illa belli bir yere doğru değil, amaçsız, son belirlemeden hareket etmektir. Böylece herhangi bir
O zamanki hayallerinin hüzünlü olduğunu hatırlıyor ve eskiden daha iyi olmasa bile,gene de, sanki o vakit yaşamak daha kolay ve sakindi,bugün beni pençesine almış kara düşünceler yoktu, bu vicdan azapları, gece gündüz huzur vermeyen bu kasvetli ve karanlık azaplar yoktu gibi hissediyor insan.Ve kendi kendine soruyor:nerede senin hayallerin? Ve başını sallayıp diyorsun ki: nasıl da hızla uçup geçti seneler!Ve gene soruyorsun kendi kendine: ne yaptın o senelerde! Nereye gömdün en güzel zamanlarını? Yaşadın mı, yaşamadın mı?Şuraya bak diyorsun kendi kendine,şuraya bak,nasıl soğumakta yeryüzü.Seneler geçip gitmeye devam ediyor ve onların arkasından kasvetli yalnızlık gelecek,bastonuna abanıp titreyen ihtiyarlık gelecek, onların arkasından da keder ve kasvet.Fantezi dünyan solacak,kuruyacak,sararacak hayallerin ve ağaçlardan düşen güz yaprakları gibi uçuşacaklar…Ah Nastenka!Hüzün verecek bir başına,tamamen bir başına olmak ve hem de acıyacak hiçbir şeyinin kalmaması-hiçbir şey,hiç…çünkü kaybettiğin her şey,bir hiç olacak:aptalca,yusyuvarlak bir sıfır;ve hayallerden başka bir şey kalmayacak!
Barbarların Yaktığı Köyler Ahalisine
Bilmem beni hatırlıyor musunuz? Ben sizi asla unutmadım. Zira, köylerinizin viraneleri içinden geçerken kadın, erkek, genç ihtiyar, çoluk çocuk hayran, ürkek ve mahçup çehrelerle, yumuşak yastıklarına yaslandığımız otomobillerin etrafını aldığınız zaman hayatımın en derin. en büyük en yüz kızartıcı utancını duymuştum. Utanç ise, kıskançlık ve
Önsöz
Reklam
Evim şehrin en tenha köşesindedir. Hem yürüyor, hem şarkı söylüyordum. Neşeli olduğum zamanlar, sevincini paylaşacak dostu, ahbabı olmayan kimsesiz her mutlu insan gibi ben de mutlaka bir şeyler mırıldanırdım. Tam o sırada başıma hiç ummadığım bir serüven geldi. Kanalın parmaklığına dayanarak duran bir kadın gördüm. Parmaklığın demirine abanmış,
Daha asıl hikâyeye gelmedim. — Anlat artık! Alyoşa devamla: — Hâlâ bugün başımdan geçenlerin şaşkınlığı içindeyim, dedi. Önce şunu söyleyeyim ki, mahut evlenme işi babamla Kontes arasında kararlaştırılmış olduğu halde henüz tam resmileşmedi; yani bu iş bugün bozulsa hiç de gürültü kopmaz. Meseleyi yalnız Kont Nainski biliyor. Onunla hem akraba
Kırmızı Caka bir Mercedes'ti. Boya yetmemiş olmalıydı ki, ön kapağında dalga dalga açıklıklar vardı. Abdullah bu arabayı getirip tuzlanmış çağla yeşili evin önüne park ettikten hemen sonra nedense ortadan kaybolduğu için, yaklaşık iki ay var ki Kırmızı Caka, başka hiçbir cart kırmızı arabaya nasip olmayan bir huzurla tatlı tatlı uyukluyordu
Doğan Kitap
Hepten kaçıp gitmeli, yaşamanın başka bir yolunu bulmalıydı. Yapamıyordu işte! Gidemiyor, bir türlü kaçıp kurtulamıyordu. Bunu dahi becerecek gücü, cesareti yoktu. Hem de hiç... Öyle korkuyordu ki sanki bir adım daha öteye gitse felaketin en büyüğüyle burun buruna gelecek; bu dünyada bir türlü peşini bırakmayan yalnızlığın uçurumundan yuvarlanıp ta dibine kadar düşecekti. Her şeye, katlanacağı her acıya razı gösterecek kadar korku doluydu. O an anlamıştı. Aslında hiçbir vakit gidemeyecekti... Üstelik kalmış da sayılmazdı.
Reklam
Trabzon'da mevsim bahara dönmüş, yağmurlar gökten bir perde gibi iniyordu. Bahar hiç gelmiyordu. Yağmurlar hiç dinmiyordu. Sır vermiyordu Karadeniz. Gülüyor zannettiğin vakit ağlıyor, yaşlarını döküyordu. Kararı yoktu bu toprakların, niyetini hiç belli etmiyordu. Bir sırdı da sırrı yaşıyordu sanki. Trabzon'da doğan biraz benziyor yağmurlara, biraz ağaçlara...
Bu hikayeye bir tek ben mi bayılıyorum?!
Alelade bir sinek "Bir gün oturmuş yazı yazıyordum, uçarak açık duran pencereden içeri girdi ve maceramız da böylece başladı. Saçlarıma kolay taransın diye sürdüğüm ve içinde etil alkol bulunan kolonyanın kokusundan sarhoş olmuş gibi etrafımda dönmeye başladı. Elimle onu savuşturmaya çabaladım; hiç oralı bile olmadı. Sen misin, iyilikten
Yatağın başucundaki dolaptan bir deste kâğıt aldı. Ortalık henüz tamamen kararmamış olduğu halde perdeleri kapadı ve lambayı yaktı, masanın başına geçerek, kurşunkalemiyle ve acele acele yazmaya başladı: "Ömer! Seni bırakıp gidiyorum. Bunun bana ne kadar acı geleceğini, hayatta senden başka hiç kimsem olmadığını bilirsin... Senin de benden
Sayfa 227 - YAPI KREDİ YAYINLARIKitabı okudu
Beden eğitimi fenaydı, voleybolsa en fenası. Beth topa bir türlü düzgün vuramıyordu. Ya topa sertçe şaplak atıyor ya da rasgele sektiriyordu. Bir keresinde parmağını o kadar kötü incitti ki hemen şişiverdi. Kızların çoğu kahkahalarla bağrışarak oynuyor ama Beth aynısını hiç beceremiyordu. ... Haksızlıktı bu. Sportmenlik Beth'i hiç
Köylüler, İşçiler ve İmalatçılar ... Snelman, bütün köylülerin, işçilerin, imalatçıların ve bütün halk kesimlerinin her yönden aydınlanmasını, öğrenim ve eğitimini hayatının en önemli görevi saymış; bir zamanlar Pierre d’Amiyen’ in Haçlı Seferleri’ni kışkırttığı gibi, o da Finlandiya’da eğitim seferberliğinin öncüsü olmuştur. Snelman
176 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.