Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur
Önsöz
Haz ve Günah: Bir Tanpınar Yorumu Tanpınar şiir, roman ve hikayelerinin gerisindeki estetik bilincin niteliği ve Tanpınar estetiğinin bir dil sanatı olarak edebiyatta görünüşü hakkındadır. Tarihe, felsefeye, mitolojiye, psikolojiye, Doğu ve Batı edebiyatlarına ilişkin okumalardan gelen Tanpınar kültürü, hem eserlerinin anlam ve kaynak evrenini
Kapı Yayınları - 1. Basım: Mart 2012
Bugün, Kürt şiirinde, Balulî Dana’yı izleyerek sonraki yüzyıllara sarkan onlarca erkek ve kadın Yaresan şairi ve âşığı bilinmektedir. Bu erkek şair ve âşıklar, Kürtçenin yanı sıra Fars, Türk, Rus ve Romen dillerine de yansıyan ve dinsel bir makam olan “Babe/Baba” unvanıyla anılmaktadırlar. Bilindiği gibi “Bab” Alevilikte de “Kapı” anlamında bir kutsallık ifade etmekte ve Kalenderilik, Haydarilik, Bektaşilikte dini unvan olarak kullanılmaktadır. Anadolu’daki ilk Alevi önderlerinin Baba İlyas, Baba İshak gibi şahsiyetler olduğu ve bunların önayak olduğu XIII. yüzyıl isyanının da Babaî Hareketi olarak adlandırıldığı unutulmamalıdır. Kürt kökenli olup, Osmanlıca, Farsça ve Arapça gibi üç dilde önemli divanları bulunan Alevi edebiyatının en büyük temsilcilerinden büyük divan şairi Fuzulî gibi önemli temsilciler, eserlerinde yazı dili olarak Kürtçeyi kullanmadıkları için burada anılmamaktadır.
Reklam
KEMAL TAŞTEKİN (1969, Lice, Diyarbakır/1994, Ankara)
Hacettepe Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı son sınıf ögrencisiyken, kendini evinin kalorifer borularına asarak yaşanuna son verdi.
Sayfa 599Kitabı okudu
“Türkçe giderse Türkiye elden gider.” Bugün özellikle Türk dili ve edebiyatı hocalarının oturup okuması gereken bir kitap Oktay Sinanoğlu Kimya profesörü olmasına rağmen bizim dilimiz için canını dişine takmıştır aynısını malesef bugün kimsede göremiyoruz.
İslâm'ı kabul eden Türkler'in İslâm medeniyet ve kültürüne girmesinde, Araplardan ziyâde İranlıların etkisi daha çok olmuştur. Bir başka deyişle, Islam medeniyet ve kültürü, dünya görüşü ve bunların mahsûlü olan ortak İslâm Edebiyatının iç ve dış yapısını oluşturan öge ve unsurlar İranlıların aracılığıyla Türk Edebiyatı'na girmiştir. Çünkü Türkler, Araplarla değil, İranlılarla komşu ve iç-içedir. Öyle ki, Türklerin kabul ettiği bu yeni dinin, ibadetle ilgili önemli terimlerinden bir kısmı Türk Dili'ne Arapça'dan değil, Farsça'dan girmiştir. Arapça "salať" yerine Farsça "namâz”, “vudu" yerine "abdest", "savm" yerine "oruç (rûze)" ve Türk İslâm Edebiyatının, özellikle, ilk dönem Metinlerinde tesadüf ettiğimiz "ferişteh (melek)" tamâmiyle Farsça'dan dilimize geçmiş kelimelerdir
Ömer Seyfettin, muzip bir biçimde kendi düşüncesine aykırı olan bir şiiri felsefesine uygun bir şekilde yeniden yazmış ve aynı temanın Yeni Lisan ile de terennümünün mümkün olduğunu ispat etmek istemiştir. Eğer Ömer Seyfettin başarırsa “herkesin okuyup anlayacağı gibi şeyler yazılacak, Türklerin de bir edebiyatı olacak, Türkler de kendi dilleriyle iftihar edeceklerdi” (Ömer Seyfettin, 2018: 332). Öyle de oldu. Yeni Lisan, az zamanda büyük yankı uyandırmış ve çok ciddi bir başarı elde etmiştir
Reklam
Vaktiyle, Birinci Türk Dili Kurultayı'nda, büyük edip, Halid Ziya Uşaklıgil, bir tebliğde, aydınlarımıza "Türkçeyi sevme dersi" vermişti. Demiştik ki: "Ben, Türkçenin ezeli bir aşıkıyım. Hepimiz öyle de­ ğil miyiz? Ben, Türkçeyi, muhtelif devirlerinde, muhtelif elbiselerle, muhtelif şekillerde gördüm ve sevgilimi o li­ baslar altında, kendi cevherinde sevdim. Ben eski Babıali (katiplerinden işittiğim süslü dili) sevdiğim gibi, Aksaray'da karpuz sergisinde müşteri a­yartmak için çığırtkanlık eden Türk delikanlısının türlü zaraf etlerle dolu Türkçesini de sevdim. Ben Divan Edebiyatı'nın gazelleriyle mest oldum. Fakat sevgili İzmir'imin, İki Çeşmelik kızının incir işlerken söylediği türkü ile de mest oldum. Ben o sevgiliyi, atlas şalvarıyle, başının üzerinde al­tın işlenmiş takkesiyle gördüm. Ben onu perişan gönüllü şairin: O gül-endam bir al şale bürünsün yürüsün Ucu gönlüm gibi ardınca sürünsün yürüsün beytinde olduğu gibi, bir al şala sarınıp yürüdüğünü gö­ rerek de sevdim. Başında hotozu, belinde kuşağı, sadef kakılı seriri üzerine uzanmış; yahut Sa'dabad'da, Göksu'da seyrana çıkmış haliyle de gördüm, yine sevdim. ... Türkçeyi sevmek budur. Bir dil, kendi öz evlatları tarafından, ancak böyle sevilir.
Artık uyanan, "Ben varım!" diyen millet, manasını selikasının tanıyamadığı Arapça ve Acemce terkipleri, yabancı kelime oyunlarını, yabancı aruzu istemiyordu. Böyle bir zamanda kimin sesini işitecektik? Milletinin elem ve saadetlerini duyan, milletini kendi varlığından ziyade seven, milletine tapan, bizzat milletinin kalbi, ruhu, dili olan bir şairin... İşte şimdi işittiğimiz bu ilâhî ahenk, bu peygamber sesi milli ve büyük şairimiz Mehmet Emin Bey'in hitabıdır: "Ey Türk, uyan!..."
Şunu söylemem zorunlu. Türkçe uzun yüzyıllar itildi. Bu itilmişliği Orhan Hançerlioğlu şöyle anlatır, "İslamlık, Türklere bilim dili olarak Arapçayı getirdi. O çağın bilginleri, sanatçıları sanatı, Fars edebiyatını taklitte arıyorlardı. Sanat anlayışları özde ve biçimde hüner gösterme işine dayanıyordu. Fars kavramları, böylelikle edebiyatımıza akmaya başlamıştı. Sanatta hüner gösterme anlayışı bilim alanına da el atmak zorundaydı. Bilim dili olarak benimsenen Arapçaysa her türlü hazırlığı yapmış, önlerinde duruyordu. / Bugün klasik Türk edebiyatı dediğimiz edebiyat bu melez dilden doğdu. Artık 'kürkçüler çarşısı' yerine 'çârsuyu fervefürüş' 'sözü kesti' yerine 'riştei kelâmı güşgüzarı sûzeni ihtimam eyledi', demeye başlamıştık. Türkçemiz, sadece halkın konuşma dilinde halkın edebiyatında yaşıyordu."
Sayfa 128Kitabı okudu
‘damaksallaştırma’ ve ‘öttürükselleştirme’
~•~ Türkçeyi dert ederim, çareyi bilmem ama Türk Dili ve Edebiyatı sınavında bir sorunun cevap şıklarında ‘damaksallaştırma’ ve ‘öttürükselleştirme’ gibi iki ucube kelimeyi kullanabilen kafanın Türkçemizi dert etmediğini de çare üretemeyeceğini de bilirim. ~•~
Sayfa 126Kitabı okudu
Reklam
Şemsettin Sami
“Türkçeye Osmanlıca denilemez. Bu dille konuşan kavmin adı Türk, dili de Türk dilidir. Türk, intisabiyle iftihar olunacak bir büyük kavmin adıdır. Türk Adriyatik Denizi kıyılarından Çin sınırlarına ve Sibirya’nın uçlarına dek yayılmış olan bir büyük milletin adıdır.”
Sayfa 334Kitabı okudu
“Osmanlı edebiyatı demek, doğru değildir. Ayrıca, dilimize Osmanlı dili ve ulusumuza Osmanlı ulusu demek yanlıştır. Çünkü Osmanlı tabiri yalnız devletimizin adıdır. Ulusumuzun adı ise, yalnız Türk’tür. Bundan dolayı dili de Türk dilidir, edebiyatımız da Türk edebiyatıdır."
Sayfa 12 - Panama YayıncılıkKitabı okudu
Arap Birliği Sekreteri Abdurrahman Azzam Paşa ki o tarih te daha "Paşa" olmamıştı, "Bey"di, İstanbul'a gelip Akif Bey ile görüşerek, ona "El Câmiat'ül-Misriyye"de (Mısır Üniversitesi'nde) Türk Dili ve Edebiyatı derslerini okutmasını teklif etti. İstiklal Marşı şairinin barınacak evi olmadığı gibi, ne bir geliri, ne de tekaüt maaşı vardı. Bu teklife hüsn-i kabul gösterdi. Öteden beri Âkif Bey'e karşı çok yakın bir alâka ve hürmet besleyen eski Náfia Nazırı, Mısır Prenslerinden Abbas Halim Paşa Hilvan'daki konağını kendisine tahsis etti. Âkif Bey Mısır'a gidip derse başladı.
Sayfa 167Kitabı okudu
Süleyman Paşa, bu husustaki kanaatini, Talim-i Edebiyat-ı Osmaniye adıyla bir kitap yayımlayan Recaizade Ekrem Bey’e yazdığı bir mektupta açıkça meydana koydu. Bu mektupta diyor ki: "'Osmanlı edebiyatı' demek doğru değildir. Nasıl ki dilimize Osmanlı dili ve milletimize de Osmanlı milleti demek de yanlıştır. Çünkü 'Osmanlı' tabiri yalnız, devletimizin adıdır. Milletimiz unvanı ise yalnız Türk'tür. Bundan dolayı, dilimiz Türk dilidir, edebiyatımız da Türk edebiyatıdır."
Sayfa 12
551 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.