Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur
Her yerde bilginlere ihtiyaç vardır bu nasıl kafa
18. yüzyıl kimyasına dev buluşlar kazandıran Lavoisier, Paris'te vergi toplama görevinde bulunurken, diğer meslektaşlarıyla birlikte Fransız burjuva devriminin gazabına uğramış ve giyotinle kafası kesilmiştir. Materyalist felsefeye bilimin en önemli silahlarından birini veren bu büyük bilgin, yine materyalist bir devrim partisi tarafından "Cumhuriyetin bilginlere gereksinimi yoktur" kararıyla idam edilmiştir. Bu olay da bilimin yalnızca dinle değil, din dışı siyasal tutuculukla da karşı karşıya kaldığını gösteren örneklerden biridir.
YEŞİL RENKLİ NAMUS GAZI OPERASI «Hasan Âli Yücel, bu hikâyeyi oyun olarak yazmamı önermişti. Hikâyemi Yücel'in anısına adıyorum.» Uvertür Dünyanın tarihi iki milyar dörtyüz milyon yıllık deniliyor. Benim bitmemiş tarihim, şimdilik elli yıllık. Kelebeğin tarihi bir günlük. * Arkeologlar yeraltında yeni bir kent buldular. Bu kentte birçok
Reklam
"Azrail bile gelse kalkıp karşılayamam. Pek çok insan yolda rastlar ona. Azrail evlerinin kapılarından içeri ayak atmaktan çekinir, evdekileri bilmedikleri yerlere çağırır, savaşlara çekip götürür kendilerini, dik bir kuleye çıkartır, sallanan bir köprüden geçirir. vahşi, ıssız bir köşeye götürür ya da bir cinnet in kucağına iter. İnsanların
Sayfa 47
Bazen kafalarımıza birden birbiri ardınca bir sürü düşüncenin hücum ettiği olur. Anlatılmaları, hele edebi bir dille anlatılmaları, hemen de mümkün olmayan böyle duygu ve düşünceleri hep biliriz.
Sayfa 21 - Can yayınlarıKitabı okudu
Eski Türklerde Çocuğa Ad Koymak
“Eski Türklerde çocuğa ad vermek, çocukların bir beceri gösterip göstermemesine bağlı bir kavramdı. Bir insanın adı, onun özüne ilişkin bir işaret olabileceği için, konacak adla o adı taşıyacak kişinin arasında muhakkak uyum olmalıydı. Yıllar boyu çocuk ölümlerinden usanan halkın çocuklarına ‘Dursun, Durmuş, Satılmış, Ömür, Yaşar’ gibi adlar vermesi tamamen tedbir amaçlıydı. Bunlara ek olarak kötü ruhları bebeğin değersiz olduğuna inandırmak için, ‘İtalmaz, Domuzbay, İtboku’ gibi isimler de tercih edilmiştir. ‘Yeter, Kafiye, Sonay’ gibi isimler ise, yöresel doğum kontrol yöntemi olarak görülmüş ve daha fazla çocuk istemeyenlerin başvurduğu bir metot olmuştu. Eski Türklerde, çocuğun doğduğu gün yaşanan olaya göre ad konması da hayli yaygın bir durumdu. Mesela düşman o gün yenildiyse, çocuğa ‘Yağıbasan’ adı, o gün misafir geldiyse ‘Konukkeldi’ adı, o gün yemek dağıtıldıysa ‘Aşbergen’ gibi adlar çocuğa verilmekteydi. Tüm bunlara ek olarak çocuğa ‘Tuna, Fırat, Dicle, Seyhan’ gibi coğrafi adlar, tarihi olay ya da gün veya kavim, boy adlarını koymak da yaygın görülen bir durumdu.”
Sayfa 167Kitabı okudu
Gilles Deleuze
Bir olay, hiç’le karışmaksızın ve yöneldiği gerçeği ortadan kaldırmaksızın vuku bulmadığından, ondan bahsederken onun mümkün olduğunu söylemek fazlasıyla yeterlidir. Varoluş ancak mümkün olarak vardır.
Reklam
Bedir Gazvesi
Hacc Süresinin 39 ve 40, âyetlerinde şöyle buyruluyordu: "Kendileriyle savaşılanlara, uğradıkları zulüm sebebiyle savas izni verildi. Allah elbette ki onlara yardım etmeye, onları zafere erdirmeye kadirdir. Onlar, sadece "Rabbimiz Allah" dedikleri için haksız yere yurtlarından çıkarılmış kimselerdir..." Abdullah İbn Cahş ilk
Sayfa 162Kitabı okudu
Bunlar bir bir aklına geldikçe, daha çok düşünceye dalıyordu. Bazen kafalarımıza birden birbiri ardınca bir sürü düşüncenin hücum ettiği olur. Anlatılmaları, hele edebî bir dille anlatılmaları, hemen de mümkün olmayan böyle duygu ve düşünceleri hep biliriz.
“Kim?” ya da “Ne?” ile başlayan sorular ise fail arayan, yaratıcı, yok edici kişi ya da olay araştıran insanların hayatlarını çizer. Alın yazısı varsa bunu bir de yazan vardır. Doğa varsa Tanrı vardır. Çocuk varsa anne ve baba vardır. Ve bu insanlar dinle ilgilenirler. “Nasıl?” diye soran ve dünya burjuvazisini oluşturanların aksine gerçek hayattaki işlerle ilgileri asgarî düzeydedir. Çeşitli dinlere mensup olurlar. Ve sorularını kutsal kitaplarına yöneltirler. Burjuvaların hukuk kitaplarına yönelttikleri gibi... Ve en sonunda, sorularına “Neden?” sözcüğüyle başlayanlar gelir. Sonunda diyorum, çünkü aralarında kronolojik bir sıralama olduğu gerçektir. İnsan önce hayatta kalmış sonra inanmış ve en son reddetmiştir. “Neden?” sorusu ise ne hayatı, ne de yaratıcıyı merak eder. Merak ettiği tek konu kendisidir. ” ... “Nasıl’ı soran bildiklerini kullanarak hayatını kazanır. Kim’i soran tanrısını bulur ve tapar. Neden’i soran ise nedenleri bulur, bir süre savunur sonra unutur. Başka nedenler bulur, onları da savunur ve unutur. Ve böyle gider. İsmi: insanoğlunun önlenemez değişimi. Varlığına farklı nedenler bulmaktır, insanı ilerleten. Ancak “Neden?” sorusunu soranlar içinde bir azınlık, buldukları ilk nedene takılıp kalır. Onda ısrar eder. Değiştiremez, unutamaz. Ve bütün insanlık ilerlerken o azınlığın mensupları sabit kalır. Ya yok olurlar ya da bütün dünyayı ve barındırdığı farklı nedenleri reddederek yaşarlar...”
Zaten hepimiz kendimizi sorduğumuz sorulara göre belirleriz. Tercihlerimiz sorularımızdan gelir… “Nasıl?” sorusunu soranlar, gerçek hayatın gerçek uğraşlarını en iyi öğrenenlerdir. Bilimle, sanatla dünyayı “Dünya” yapan her branşla ilgilenirler. Siyasetçiler burdan çıkar. Çünkü kendilerinden öncekilerin nasıl yaptıklarıyla ilgilenip meşgul olmuşlar ve akıllarına başka bir soruyu getirmemişlerdir… “Kim” ya da “Ne” ile başlayan sorular ise faili arayan, yaratıcı, yok edici kişi yada olay araştıran insanların hayatlarını çizer. Alın yazısı varsa bunun bir de yazanı vardır. Doğa varsa Tanrı vardır. Çocuk varsa anne baba vardır. Ve bu insanlar dinle ilgilenirler. “Nasıl?” diye soran ve dünya burjuvazisini oluşturanların aksine gerçek hayattaki işlerle ilgileri asgari düzeydedir. Ve en sonunda sorularına “Neden?” sözcüğüyle başlayanlar gelir. Sonunda diyorum çünkü aralarında kronolojik bir sıralama olduğu gerçektir. İnsan önce hayatta kalmış sonra inanmış ve en son reddetmiştir. “Neden?” sorusu ise ne hayatı ne de yaratıcıyı merak eder. Merak ettiği tek konu kendisidir. Ve kendisiyle o kadar ilgilidir ki soruyu soran kişi içinde iyiliğe yatkın birçok özellik barındırmasına, hiç tanımadığı bir insanın hayatını kurtarmak için kendisininkini tehlikeye atabilecek olmasına rağmen yakın çevresine, sırf “kendisi” olduğu için acı çektirecek kadar bencildir.
Reklam
Şeyh Said hadisesinde, yani 1925’te, ta Lice, Dicle, Kulp ve Diyarbekir etrafında malını, kocasını, çoluk çocuğunu yitirmiş ba­şıboş, yani o hadisenin birçok Kürt kaçak muhaciri köyümüzün doğal mağaralarında barınıyorlardı. Annem ve diğer köylüler bunları besliyordu. İçlerinde Xeco adında bir yaşlı teyze vardı. İki oğlunu, kocasını ve iki damadını Şeyh Said olayında kaybetmiş­ti. Onun, gerek görgü şahidi olduğu olayı ve gerekse aile felake­tini yanık bir sesle, gözyaşları içinde bir anlatışı vardı ki, bu olay altmış beş sene öncedir ama hâlâ etkisinden kurtulmuş değilim.
kargo
Sana buraya bazı şeyler koyuyorum. Yol boyunca aklında olsun. Lazım olursa açar okursun, Olmazsa da olsun, bir zararı yok burada dursun. Şuraya bir cümle koydum. Bırak, acımızı birileri duysun. Hem zaten şiir niye var? Dünyanın acısını başkaları da duysun! Acı mıhlanıp bir kalpte durmasın. Ortada dursun. Olur ya biri eline alır okşar, biri alnından öper. Az unutursun. Buraya tabiatı koydum. Ağaçları, suyu, ovayı, dağı. Onlar bizim kardeşimiz, çok canın sıkılırsa arada onlarla konuşursun. Buraya, küçük mutlu güneşler koydum. Günlerimiz karanlık ve çok soğuyor bazı akşamlar, ısınırsın. Buraya, bir inanç bir inat koydum. Tut ki unuttun, tekrar bak, o inat neyse, sen osun. Buraya yolun yokuşunu koydum. Bildiğim için yokuşu. Zorlanırsa nefesin, unutma, ciğer kendini en çabuk onaran organ, valla bak, aklında bulunsun. Buraya umutlu günler koydum. Şimdilik uzak gibi görünüyor, ama kimbilir, birazdan uzanıp dokunursun. Buraya bir ayna koydum arada önüne geç bak; sen şahane bir okursun. Mesai saatlerinde çaktırmadan şiir okursun. N'olcak ki, bırak patronlar seni kovsun! Burada bir tutam sabır var. Kendiminkinden kopardım bir parça, (bende çok boldur) lazım oldukça ya sabır ya sabır, dokunursun. Burada güzel çaylar var. Bu aralar senin için çok önemli. Bitki çayları, kış çayları, şuruplar, kompostolar. Demlersin, maksat midene dostluk olsun. Şuraya Youtube'dan müzikler, Bach dinle filan, koydum. Ama müzik konusunda sen benden daha iyisin, koklayıp buluyorsun. Buraya bir silkintiotu koydum. Kırk dert bir arada canına yandığım, kırkına birden deva olsun.
Sana buraya bazı şeyler koyuyorum. Yol boyunca aklında olsun.. Lazım olursa açar okursun. Olmazsa da olsun, bi zararı yok burada dursun. Şuraya bir cümle koydum. Bırak, acımızı birileri duysun. Hem zaten şiir niye var. ? Dünyanın acısını başkaları da duysun! Acı mıhlanıp bir kalpte durmasın. Ortada dursun. Olur ya biri eline alır okşar, biri alnından öper. Az unutursun. Buraya tabiatı koydum. Ağaçları,suyu,ovayı,dağı... Onlar bizim kardeşimiz, çok canın sıkılırsa arada onlarla dakonuşursun. Buraya, küçük mutlu güneşler koydum. Günlerimiz, karanlık ve çok soğuyor bazı akşamlar, ısınırsın. Buraya, bir inanç bir inat koydum.Tut ki unuttun, tekrar bak, o inat neyse , sen osun. Buraya yolun yokuşunu koydum. Bildiğim için yokuşu. Zorlanırsa nefesin,unutma çiğer kendini en çabuk onaran organ, valla bak, aklnda bulunsun. Buraya umutlu günler koydum. Şimdilik uzak gibi görünüyor, ama kim bilir, birazdan uzanıp dokunursun. Buraya buraya bir ayna koydum arada önüne geç bak; sen şahane bir okursun. Mesai saalerinde çaktırmadan şiir okursun.N'olcak ki, bırak patronlar seni kovsun.! Burada bir tutuam sabır var. Kendiminkinden kopardım. bir parça,( bende çok boldur) lazım Oldukça ya sabır ya sabır, dokunursun. Burada güzel çaylar var.Bu aralar senin için çok önemli. Bitki çayları , kış çayları , şuruplar, kompostolar, Demlersin, maksat midene dostluk olsun. Şuraya Youtube'dan müzikler, Bech dinle filan koydum. Ama müzik kosununda sen bende iyisin, koklayıp buluyorsun. Buraya bir silkintiotu koydum. Kırk dert bir arada canına yandığım, kırkına birden deva olsun'' BİRHAN KESKİN
Bazen kafalarımıza birden birbiri ardınca bir sürü düşüncenin hücum ettiği olur. Anlatılmaları, hele edebi bir dille anlatılmaları, hemen de mümkün olmayan böyle duygu ve düşünceleri hep biliriz.
Sayfa 21 - Can YayınlarıKitabı okudu
_Yaşam, ufacık şeylerden, küçük mutluluklardan oluşuyor. Hiçbir şey büyük ve kutsal değil. O yüzden sözde büyük olan şeylere ilgi duyarsan yaşamı ıskalarsın. Yaşam bir bardak çayı yudumlamak, bir dostla sohbet etmek, sabah yürüyüşe çıkmaktır, ama illa belli bir yere doğru değil, amaçsız, son belirlemeden hareket etmektir. Böylece herhangi bir
500 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.