Eşlere "geçim ehli" olması söylenir. Geçim ehli olmak, korku kültüründe "güçlü olana itaat edip onun sözünden çıkmamak" anlamına gelir. "Erkeğinden korkan kadın" makbul kadındır; böyle kadına güvenilir. Evli kadının evde ne yapacağı, kiminle nasıl konuşacağı yörenin gelenek göreneklerine göre belirlenmiştir. Kadın bu evlilik ilişkisinde sosyal bir kimlik, yani yüz olarak tanımlanmıştır. Bu tür evlilikte insanın özü olan can yalnızdır, bir kenara itilmiştir. Ve bu evlilikte doğup bu ortamda büyüyen çocuk, korku kültürünün şanlonunu, farkına varmadan devam ettirir. Çok ender durunlarda, yaşamın olgunlaştırdığı biri ne olup bittiğinin farkına varır. Büyük bir çaba harcayarak korku kültürü şablonunun denetiminden kurtulur ve sevginin içinde yeşerdiği bir ortam arayışına girer.
Genel inançlar sayesinde bütün çağların insanları gelenek , düşünce ve adetlerden oluşan bir ağ ile çevrelenmiştir; bunların boyundurluğundan kaçamayan insanlar daima birbirlerine benzerler.
''Bir çiçek büyüyecek
Bir satıcı onu kesecek
Sana verecek
Sen onu alıp gidecek
Ya bir kadına
Ya bir yalana
Ya bir ölüye verecek
Çiçek buna gülecek
Bir çiçek bir ölüye gidecek
De
Ölü sevinecek, ya da gülecek
Biri birine kendini gösterecek
Ve
Gecikince, elinde bir çiçek
Özür dileyecek
Gül, sen gül buna gül, gül
Bu gelenek, bu kural,
Bu kadın, bu ölü, bu gecikmeler
Toplumsal''
Korku Kültürü'nün 'bilge kadınları', evlenecek genç kadına nikâhta kocasının ayağına basmasını önerir ve ilave ederler; "Erkek kısmı kadir kıymet bilmez, ayağına sen bas ki, senin dediğin olsun! Unutma, kadının fendi erkeği yendi!" Temel anlayış şudur: Evlilik bir denetleme, kontrol edip yönlendirme ilişkisidir. En önemli soru şudur: "Bu ilişkide güçlü taraf kim olacak?" Güçlü olandan korkulmalı, çekinilmelidir. O, "BEN bilirim" diyecek, diğerleri de, "Evet, siz bilirsiniz," diyecektir.
Eşlere 'geçim ehli' olması söylenir. Geçim ehli olmak, Korku Kültürü'nde 'güçlü olana itaat edip onun sözünden , çıkmamak' anlamına gelir. 'Erkeğinden korkan kadın' makbul kadındır; böyle kadına güvenilir. Evli kadının evde ne yapacağı, kiminle nasıl konuşacağı yörenin gelenek göreneklerine göre belirlenmiştir. Kadın bu evlilik ilişkisinde sosyal bir kimlik, yani YÜZ olarak tanımlanmıştır. Bu tür evlilikte insanın özü olan CAN yalnızdır, bir kenara itilmiştir. Ve bu evlilikte doğup bu ortamda büyüyen çocuk Korku Kültürü'nün şablonunu farkına varmadan aynen devam ettirir. Çok ender durumlarda, yaşamın olgunlaştırdığı biri ne olup bittiğinin farkına varır. Büyük bir çaba harcayarak Korku Kültürü şablonunun denetiminden kurtulur ve sevginin içinde yeşerdiği bir ortam arayışına girer.
Kitap çok güzel bir duayla başlamış; "Allah'ım Bana seni sevmeyi, Seni sevenleri sevmeyi ve beni sana yakınlaştıracak şeylerin sevgisini nasip eyle." diye.. Girizgâhı bu güzel duayla yapmak yerinde olmuş. Mübarek Ramazan ayında kabul olur inşaAllah dualarımız..
Gelenek Yayınları tarafından Said Alpsoy'un kaleme aldığı Allah
Nitekim gelenek (gelen-e-ek) Geçmişin tekrar edilmesi değil, derin köklere sahip yaşayan bir organizmanın yeni ufuklara doğru yükselmesi ve hayatiyetini devam ettirmesidir
‘Gelenek ve önyargı seviyesinin üstünde uçmak isteyen kuşun kanatları güçlü olmalıdır. Zayıf kuşların yara bere içinde, yorgunluktan perişan olmuş halde yere düştüğünü görmek çok acıklıdır.’

Krallar'a ve İmparatorlar'a ait bir şeref olan ayak öptürme geleneği bu dönemden sonra Papalar'ın ayaklarını öpmeye dönüşmüştür. Böyle bir uygulama dokuzuncu yüzyılda yaşanmıştır: Platina'dan* aktarıldığına göre eski bir gelenek olarak Papa'ya ziyarete gelenler Papa IV. Leo'nun ayaklarını öpmek zorundaydılar: [Bu gelenek] Papa'nın ellerinin bir kadın tarafından öpülerek hastalık bulaştırıldığı bahanesiyle uydurulmuştu.
* Platina: 9. yüzyılda Büyük Charles döneminde tutulmuş Burgundia tarihiyle ilgili kayıtlar, bir bölgenin ve orada yaşayanların tarihleriyle ilgili tutanaklar.
Sayfa 80 - Mahya Yayınları – 2. Baskı, İstanbul / Aralık 2012Kitabı okudu
Bir bakıyordunuz, bir acemi çaylağı (üniversiteye yeni gelenlere böyle deniyordu) hoş geldin babında tartaklamış (günümüze dek korunmuş kıymetli bir gelenek)...
"Amasya, milli bir ayaklanmanın beşiği olmaya elverişli bir yerdi. Uzun ve seçkin tarihi boyunca hep özgürlük ruhuna bağlı kalmıştı. Moğol istilasından kurtularak bir süre Osmanlı İmparatorluğu'nun başkenti olmuştu. İstanbul'un alınmasından sonra da veliaht şehzadenin Amasya'da eğitim görmesi ve şehirde valilik yapması gelenek haline gelmişti."
O yıllarda bahçelerin cümle kapılarında çift tokmak bulundurmak yaygın bir gelenek olmuştu. Kadınlar kapıya gelince -kendi ruhlarına uygun buldukları ve tiz ses çıkaran- gül motifli tokmağa, erkekler de tam aksine -gürültülü ses çıkaran- aslan motifli tokmağa el atıyorlar, böylece ev sahibi kapısına gelenin erkek mi, kadın mı olduğunu tokmak sesinden anlayabiliyor ve ona göre kapıyı ya haremden birileri açıyor, yahut misafir için selamlıkta hazırlık başlıyordu.