İŞTE GENE BEN ve SİZLERE YİNE OKUMUŞ OLDUĞUM ESKİ BİR KİTAPTAN BİR İNCELEME DAHA. :)
Don Kişot ile ilgili bugüne dek ifade edilememiş şeyler hakkında kim ne söyleyebilir acaba? Miguel de Cervantes tarafından kaleme alınan ve yazılan bu güzel roman, dört yüz yıldan bu yana, on sekizinci yüzyıldan kalma edebi akımlara, yirmi birinci yüzyıl
Yetimhanelerdeki çocuklar...Anne ve babasını ailesini hiç bilmeyen tanımayan çocuklar... Dünyaya gelmek onların seçimi değildir ama kimsesizlik kaderleri olur.
Müberra da onlardan birisi...Gözlerini bir yetimhanede açıyor. Anne babasından hiç haberi yok. Müberra büyüyüp genç bir kadın olduğunda ruhsal sorunları başlıyor. Siyah Şapkalı
-Yıllar sonra ilk kez ha?
+Evet. Hâlâ inanamıyorum..
-Bu buluşma...
+Öyle..Hep hayaldi de, gerçek oldu.
-Neden sustun onca yıl?
+Susmadım ki..
-Ama bana söylemedin.
+Söyleyemezdim.
Bir anne düşünün, çocuğu 3 yaşındayken kaçırılmış...Ve bir anne daha düşünün, dünyaya getirmesine az bir süre kala trafik kazası sonucu bebeğini kaybetmiş... İki kadın, iki dram ve iki yaralı anne yüreği... Romandaki anneler kaybettikleri evlatları için ağlarken biz de onlar için ağlayacağız. Annelerimizin ne kadar kutsal varlıklar olduğunu
Ve bitti...
Bir an hiç bitmeyecek sandım!
Öyle güzel iç içe hikayeler vardı ki her an bir başkasının içine düşebilirim diye düşündüm ama olmadı! Kayıp gitti ellerimden
Puslu Kıtalar Atlası...
Çok kitap inceledim bu uygulamada. Ama itiraf ediyorum en çok bu incelemeyi kafamda kurmakta zorlandım. Postmodernizm, iç içe anlatım, üst kurmaca...
Ne çok hikayeye
Hiçbir olguyu kabullenemediğim gibi hiçbir duyguya ait değilim,
Keşfedilemeyen kavramlara aidiyet hissedişim.
Ve ardına kaybolan benlik...
Bu bilinmezlikteki sebep, doğru yerde yanlış sorular sormamız ve yanlış yerde doğru cevapları aramamızdan.
Oysa insan, derinliklerinden anlaşılır. Belki de görmek için gözlerimizi kapatmamız yeterli. Tüm bu tezatlıkların içerisinde, hükmeden düşünceme mağlubum.
“En kötü karar, kararsızlıktan,
Kötü bir son, sonsuz bir umutsuzluktan iyiymiş gibi”
Seslenirsek cevaplar en başta,
başladığımız nokta ise en sonda. Fakat ben aidiyetsizlik içerisinde, öznesiz yokluğa mektup yazamam.
𝔈.𝔇.
Sıcağı sıcağına kurcaladığım ve birçok arkadaşımın kitabı okuyacağını bildiğim için, spoiler özelliği taşıyacak herhangi bir detay vermediğimi öncelikle belirtmek isterim.
Veba Geceleri, Orhan Pamuk'un 40 yıldır düşünüp, 5 yıldır yazdığı, son 1 yıldır da üzerinde düzenlemeler yaptığı son romanı. Yani birtakım çevrelerin ve o çevreye tabi
Kapalı kapılar,inandır beni.
Son anahtarı çeviriyorum.
Gözlerim bağlı,ellerim çözülüyor.
Geç kaldım hikayeler için.
Denedim bu şeyden defalarca vazgeçmeyi
anlaşılan yine beceremedim.
Yazıp yaşamak yaşayıp yazmak.
Kitaplara bu kadar maşukken, kitaplara hasret kalmak. Sadece kitaplarıyla değil, bence hayatıyla da devasa dersler veren yazar Cemil Meriç. Ben felsefe ya da sosyoloji pencerelerinden bakmadım bu kitaba, ideolojik gözlüklerle de okumadım. Edebi olarak seyran etmeye çalıştım Meriç’in dünyasını. Ve kaç gündür hayal etmeye çalışıyorum
Beni ikinci kez inceleme yazma mecburiyetinde bıraktığı için 1000K'yı en kalbi duygularımla kınıyorum.
Nikolay Gogol'ün hikayesinde, burnunu arayan adam gibi ben de kaybolan incelememi ümitsizce aradım durdum. Sonuç?Bulamadım ve ikinci defa yazıyorum...
Bereket versin, birkaç haftadır
Rabindranath Tagore eserleri sayesinde Hindistan'da bolca meditasyon yaptım ve sevgi dilini öğrendim. Yoksa ben de bilirim camı çerçeveyi indirmesini. Ama ne dedik? Sevgi dili dedik...
Abdurrahman Seyhan , Bir münibüse doldurduğu filozoflarla beraber (şoför de dahil) aydınlık bir yola koyuyor bizleri. Yani bu kitaptaki ilk hikayenin "Aydınlık" olması tesadüf değil. Yol uzun ömürler kısa... İrili ufaklı hikayelerden ve toplamda 60 sayfadan oluşan bu kitap, ismini kitapta geçen bir hikayeden almaktadır. Yeni yazarın kitap yazma cüretkarlığı, meyvesini vermiş ve nihayetinde tek solukta okuyabileceğiniz bir kitap oluşmuş. Beğendiğim ve kendimden çok şey bulduğum mini ama güzel bir seyahatti benim için.
Siz değerli okurların da 1 saatini ayırmasını temenni eder,
Abdurrahman Seyhan'a beğendiğim bu kitap sonrasında, kaleminin aydınlığında nice kitaplar yazma kabiliyeti ve gücünü dilerim..
İncelemeden çok kandil mesajı gibi oldu yahu:) Ne yapayım, cümle dağarcığım buna müsade etti. Yoksa ben de, kalemi yere sağlam basan, fuları boynuna dolamış, gözlüğü hafiften aşağıya inik, ağzında sönük piposuyla eline aldığı kitabı ilmek ilmek arşınlayan gözü pek bir eleştirmen gibi alt yapısı ve teknik bilgisi bol bir inceleme yazmak isterdim... Olmuyor, Bilge birinin dediği gibi "Değiştiremediğin şeye takılma"
İyi okumalar dostlar
Sevgi içimizde.
"Roman;yorum üreten bir makinedir" diyor kitabın sonunda Eco.Ben de üstadın bana verdiği yetkiye dayanarak yorumlayabildiğim kadar yorumlayacağım.Çünkü roman yorum üreten bir makine ise benim yorum ve incelemelirim de okur üreten bir makineye dönüşsün isterim.Çünkü ben obskürantist bir insan değilim,Eco’dan kimse mahrum kalmasın
-Spoiler içermez-
Aşkın en kutsal olanı bizi yararlı bir amaca hizmet ettiren değil midir?.. İnsanın aklını başından alan; sağlıklı düşünme yetisini, doğru kararlar verme iradesini, zamanını faydalı meselelere harcama hevesini yok eden bu tehlikeli duygu Martin'de ters etki yaratıyor ve hayatının iyi yöne doğru evrilmesine sebebiyet veriyor.
Çok yorucu bir okumadan geldim, kitaba dair ne anlatabilirim diye düşünüyorum dünden beri.
Kitabın “e” harfi bulundurmayışı, çevrildiği diğer dillerde de “e” harfi kullanılmadan çevrilmiş olması tam bir reklam kampanyası olmuş. Yazarın bunu “Auschwitz” kampında “kaybolan” annesine ithafen yazdığını okumayan da kaldıysa tekrar belirtmiş olayım. E