Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
ALO 188
Mistik eğilimleri olan saplantılı bir matematikçi bir gün rüyasında yüz seksen sekiz sayısını görür. Ve rüyasının devamında küçük bir çocuk gü￾lerek ona şöyle der: “Bu sayının ne anlama geldiğini çevrendeki herkes bilecek ama sen bil￾meyeceksin!” Matematikçi uykudan uyanır uyanmaz bu sayının peşine düşer. Çünkü onun inançlarına göre hiçbir
Sayfa 38
Ekranla Tanışma/ Tanışmaz Olaydık
Radyo alçakgönüllüydü, vakurdu, inatçıydı ama yeni değildi. Televizyon ise hayatımıza ağır bir vaka olarak girdi; radyoyu, kardeşi doğunca ihmal edilen büyük çocuğa benzetti. Şımarıktı, kaprisliydi ve çok çekiciydi. Televizyonla birlikte özellikle küçük şehirlerde hayatın ağır ritmi değişti, alışkanlıklar terk edildi. Yazın evlerin bahçeleri boş
Reklam
Sen büyüksün, insan! Şüphesiz bedenin sayesinde değil, ama seni, sana göre, doğanın kralı yapan bu zihin sayesinde; büyüksün, hakimsin ve güçlüsün. Her gün, gerçekten de, dünyayı alt üst ediyorsun, kanallar ka­zıyorsun, saraylar inşa ediyorsun, ırmakları taşların arasına hap­sediyorsun, otu topluyorsun, eziyorsun ve yiyiyorsun; gemilerinin
"İyi ama insan, her şeyi aklıyla sorguluyor, keşfediyor ya!" " Şüphesiz bu doğru. Babam, bir avcının avına göre yegane üstünlüğünün aklı olduğunu ve Rabb'in de kendisini akılları eğitmek üzere görevlendirdiğini söylerdi." "İnsanı eğitmek değil, aklı eğitmek! İlginç!" "Böylece Rab yarattığı ve akıl verdiği insana kendisini bildirmiş olmaktadır. Ta ki bozulan, nefilimler gibi davranan ve her şeyi istismar etmeye yatkın olan insanoğlu, doğru yolu bulsun, kardeşleriyle geçimli, paylaşımlı, adil yaşasın." "Bu işten Rabb'in çıkarı ne?" "Yalnızca bilinmek. Yaratılanın yaratıcısını bilmesi ve sunduğu nimetler için Yer Ana'ya hürmet gösterip Rabb'e teşekkür etmesi."
Sayfa 147 - Kapı YayınlarıKitabı okudu
Namus nedir? Okuyalım.
Yitik uygarlığı bağrında saklayan yeraltında gömülü kentte, adına "Namus" denilen yeşil renkli bir gaz vardı. Çok tatlı yeşil renkte olan bu gaz, bütün öteki gazlardan çok daha uçucuydu. Şişeler içinde saklanır, ışıksız yerlerde korunur ve ancak artı yirmi bir derece ısıda tutulurdu. Yirmi bir dereceden aşağı ısıda
The End
İnsanların canını yakan bu korkunç kötülükten kurtulmanın tek ve kesin yolunun insanların Tanrı’nın önünde her zaman suçlu olduklarını, dolayısıyla da başka insanları cezalandıramayacaklarını, onları yola getiremeyeceklerini kabul etmeleri olduğu düşüncesi Nehlüdov için tam anlamıyla açıklık kazanmıştı şimdi. Hapishanelerde tanık olduğu bütün o
Reklam
Lider
Ah! Ah! Yüce liderimiz hayatta olacaktı ki! Keşke bir on yıl daha yaşayaydı ne olurdu ki ? Çok genç gitti azizim! Öksüz bıraktı vatanı! Şeklinde serzenişlerle, dövünmelerle geçer halkın günleri... O gittikten sonra bozulan düzen ona olan sevgiyi de, özlemi de arttırır. Zaten yücü olan o insan daha da yücelir... Evet, iyi liderler, kötü sistemleri de iyi yürütürler. Ama her gün iyi liderler bahşetmez Tanrı halkları! Bahşettiği akıl nimeti ile iyi bir sistem kursunlar ister. Ortalama bir lider de işi götürsün, hele hele kötü bir lider gelirse onu da sistem düzeltsin ister. Tanrı adeta insanı bireysel aklına bir dizi iradesine saygı gösterir. Her dakika çıkarmaz ortaya külli irade asasını...
Devletin kendisi hırsız, milleti çarpıyor. Nankörlüğü de cabası. Bir avuç aç, âciz yoksula millet demişler! Acıyan kim? Niçin her şeyi sadece tüccardan bekliyorlar? Ordumuz ordu, maliyemiz maliye mi sanki? Maarifimiz, adliyemiz adam gibi mi? Al birini, vur ötekine. Deveye sormuşlar "Niye boynun eğri?" "Nerem doğru ki!" demiş.
Sayfa 71 - YKY, 10. Baskı, Çev. Mehmet KanarKitabı okudu
Kuzgun
Ortasında bir gecenin, düşünürken yorgun, bitkin O acayip kitapları, gün geçtikçe unutulan, Neredeyse uyuklarken, bir tıkırtı geldi birden, Çekingen biriydi sanki usulca kapıyı çalan; "Bir ziyaretçidir" dedim, "oda kapısını çalan, Başka kim gelir bu zaman?" Ah, hatırlıyorum şimdi, bir Aralık
Makine, ne bozan ne de bozulan bir köledir: En yüksek enerji düzeyine sahip olan ve en üst düzey heyecanla hareket eden ama aynı zamanda tüm duygu ve tutkulardan bağımsızdır. O yalnızca bir köle değil, olağanüstü bir köledir.
Reklam
Manastırlar bir devletin varlığı için bu kadar gerekli midir? Keşişliği ve rahibeliği Hazreti İsa mı ortaya attı? Kilise bunlarsız olmaz mı hiç? İsa'nın bu kadar çılgın bakireye, insan türünün de bunca kurbana ne gereksinmesi var? Gelecek kuşakların içine yuvarlanıp mahvolacakları bu uçurumların ağızlarını daraltmak gerektiği asla anlaşılmayacak
Sayfa 88
" yatıyordu. çehresi, hafifçe yükseltilmiş, solgun ve dargındı dik yastığında, dünya ve dünyaya ait bildiği ne varsa, artık duyularından koptuğundan bu yana, hepsi de umursamaz bir zamanda yitirilmiş. onu öylece yaşarken görenler, bilmemişlerdi, ne kadar da bütünleşmiş olduğunu bütün bunlarla; çünkü bunlar: o derinlikler çayırlarda ve sularda, bütün bunlardı çizen o çehreyi. onun çehresiydi aslında bu enginler, onlar ki, görücüye çıkmışlardı şimdi şaire; korkuyla ölmekte olan maskesine gelince, sanki havayla temas ettiğinde bozulan bir meyvenin içi gibiydi, öylesine kırılgan ve ince."
Şairin Ölümü
Yatıyordu. Çehresi, hafifçe yükseltilmiş, solgun ve dargındı dik yastığında, dünya ve dünyaya ait bildiği ne varsa, artık duyularından koptuğundan bu yana, hepsi de umursamaz bir zamanda yitirilmiş. Onu öylece yaşarken görenler, bilmemişlerdi, ne kadar da bütünleşmiş olduğunu bütün bunlarla; çünkü bunlar- O derinlikler çayırlarda ve sularda, bütün bunlardı çizen o çehreyi. Onun çehresiydi aslında bu enginler, onlar ki, görücüye çıkmışlardı şimdi şaire; korkuyla ölmekte olan maskesine gelince, sanki havayla temas ettiğinde bozulan bir meyvanın içi gibiydi, öylesine kırılgan ve ince.
Sayfa 21 - KavramKitabı okudu
İşte bir talihsizlik yaşamanın bir sakıncası daha, ateş düştüğü yeri yakar, dinlemeye ve acıyı paylaşmaya hazır olanların sabrı, yaşananların bıraktığı etkiden daha kısa ömürlüdür daima, koşulsuzluk tekdüzelikle bezendiğinde asla çok uzun değildir. Ve böylece er ya da geç kederli insan bir başına kalır, henüz acısı dinmediği, hâlâ yatıp kalktığı yegâne dünya olan o konudan artık bahsedip durmasına izin verilmediği halde, zira bu ıstıraplı dünya dayanılır gibi değildir ve insanın içine dehşet salar. İnsan o zaman başkaları açısından, herhangi bir mutsuzluğu paylaşmanın belli bir sosyal müddeti olduğunu fark eder, kimse acıyı anlamaya alışkın değildir, bu manzara sadece belli bir süreliğine tahammül edilebilir bir şeydir, bir diğer yandan seyreden ve eşlik edenler açısından, bunun için kendilerini kaçınılmaz, olmazsa olmaz, kurtarıcı ve yararlı görenler açısından hâlâ biraz şaşkınlık ve yüzsüzlük de vardır ve belli oranlarda kendini önemseme de. Ama bir şeyin değişmediğini ve acı çeken insanın bir adım ileri gidip acıdan sıyrılamadığını fark edince, kendilerini hakarete uğramış, lüzumsuz hissederler, bunu neredeyse bir aşağılama olarak algılayıp uzaklaşırlar: 'Yetmez mi bu kadarı acaba? Onun yanında olduğum halde kuyudan neden çıkmıyor hâlâ? Bu kadar zaman geçmiş olmasına rağmen, o kadar dikkatini dağıtmama ve tesellime rağmen neden acıda bu denli ayak diriyor? Başını kaldıramıyorsa batsın ya da kaybolup gitsin, ne yapayım o zaman.' Bunun üzerine, morali bozulan en sonuncuyu yapar, geri çekilir, ortadan yok olur, saklanır.
Sayfa 56 - YKYKitabı okudu
Eflatun değişen, bozulan ve saadetten uzak "dünya alemi"ni düzene koyabilmek için, onu, mümkün mertebe, sabit ve mükemmel olan "İdealar alemi"ne benzetmek ve yeryüzünde de değişmez sosyal müesseseler, inanç ve değerler meydana getirmek lâzım geldiğini ileri sürer; bu sebeple de beşeri duygulara, arzulara değil, "akıl"a uyulmasını ister.
138 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.