Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur
Şems-i Tebrizi' nin Arayışı
Şems, Makalat' ta şöyle der: “Kendime dedim ki, beni yaratan Allah ile doğrudan doğruya konuşmadıkça ve sorduğum sorulara cevap almadıkça benim yemek veya uyku ile ne işim var? Bu âleme körü körüne yemek yiyip içmek için mi geldim? Ona neden geldiğimi ve nereye gideceğimi sormalıyım, ancak ondan sonra yemek yiyip uyuyabilirim. Ayrıca kurtuluşum ve sonum hakkında da bilgi almalıyım ki burada rahat ve dertsiz bir hayat sürebileyim. Çocukluğumdan beri amacım bu idi ve hep buna yöneldim. Hani bir çocuğun eli yandığı zaman annesi hemen harekete geçer türlü çareler arar ya, işte Allah da sevgisiyle bana öyle yardım etti."
Sayfa 17 - Destek YayınlarıKitabı okuyor
Kimin için, niçin savaşıyoruz? Her gün kuşku artı­ yor, onunla birlikte korku da. O hale geldim ki, hayatı­mın en dayanılabilir anlan, elde tüfekle geçirdiğim anlar oluyor. Savaşırken düşünecek ne gücüm var ne zama­nım. Hayatımı korumak için, hayvan gibi savaşmaktan başka bir şey yapmıyorum. Ama kargaşalık sona erince korkunç soru, bir yılan gibi gırtlağını şişirerek karşıma dikiliyor. Yalan ve haksızlık uğruna, Yunanistan’ı köle kılmak, kurtarılmaya hak kazanmayanları kurtarmak için çarpışan biz miyiz yoksa? Biz miyiz satılmışlar, hainler? Dağdakiler 1821’in haydutları mı yoksa? Haklı olan, uğruna hayatımı feda edebileceğim dava hangisi? Bir savaşçı için bundan daha büyük işkence olamaz, sanıyorum. Komutan, bu sabah, orduya katılmak istemedikleri için beş genci, beş yakı­şıklı delikanlıyı kurşuna dizdirdi. Böylesine yüce bir yi­ğitliğe, ölümü hiçe saymaya yol açan ideal, haksız olabi­lir mi? Bütün gün, kendi kendime hep bunu sordum durdum. Ama yanıtını bulamadım. Çünkü tanıdığım Kara Takkeliler var, en az onlar kadar yürekli davrandılar.
Reklam
Elbetteki önce sen! Nem var ki başka! Ha, neyini mi merak ederim? Serçe parmağındaki tüyden, kulak memendeki tatarcık ısırığına, düşlerine, esnemene, şıpıdık terlikle mutfaktan çıkışına kadar nen varsa! Gözlerini öperim. Ama gene yarımım.
Sayfa 102 - Türkiye İş Bankası Kültür YayınlarıKitabı okuyor
Ay Karanlık
Maviye Maviye çalar gözlerin, Yangın mavisine Rüzgarda asi, Körsem, Senden gayrısına yoksam, Can benim, düş benim, Ellere nesi?
Ah bu denk gelişler.
Şimdi içimde beni kemiren iki fare var. Tolstoy’un farelerine benziyor benim farelerim de. Sadece biraz daha onursuz ve biraz daha pisler. Bir tanesinin adı şüphe. Ama o denli şüphe ki, bazen şüpheleniyorum acaba adı şüphe değil de başka bir şey mi diye? Diğerinin adı ise kâh suçluluk, kâh vurdumduymazlık. Rengi belli değil.
Biz neye sıvanmaktan gelmekteyiz Farmason? (Dümbüklük)
Koca Tanrı yeni zanaatta ihvanlara karşı utandırıp yere baktırmasın, biz bugün resmen dümbüklüğe sıvandık ve de bismillah dedik giriştik!” “Hay Allah belanı versin! ‘Bu deli ne diyecek?’ diye...” “Vay! Dümbük nedir bilemedin öyleyse... Yazıklar olsun senin doktorluğuna, hemi de Farmason doktorluğuna! Oğlum Doktor Farmason, dümbük demek, resmen pezevenk demektir. Ama, şükür Allah’a, pezevengin baldırı çıplak soyu değil! Yazıhane sahibi, yüksekokullardan diplomalı, toplumda büyük saygılı yeri olan pezevenklere ‘dümbük’ denir.” “Bulmuşsun layığını... Demedim mi ben sana, bu körpe kız illeti gayet tehlikelidir senin yaşlarda, çünkü sonu budur. Hiç şaşmam! Hayır, dermanı filan da var sanma! Bittin bil! Demek eve gidince seni ben, İttihatçıların komitacı defterinden, İstanbul Barosu’nun avukat kütüğünden silip...” “Evet! Dümbük defterinin başına yazacaksın ve de hiç korkma, şuncacık günahımı almayacaksın! Dümbük defterine hoplamamızın nedenine geldi mi? Hayır, yanılmaktasın kardeşim Farmason, körpe kızlara güç yetiremeyip alta düşmek yüzünden değildir. Sen bu zamana kadar boşuna bekâr yaşadın, körpe kız işinden ürküp... Şunu bilesin ki, körpe kızdan, ille de senin benim gibi kart heriflere dünya kurulalı beri hiçbir zarar erişmemiştir, belki körpe kızlar, kart zamparalardan zarar görmüşse görmüştür.”
Reklam
Aslında her şeyin derinine inildiğinde bir olmak kavramı ortaya çıkar. "Bizler tek kanatlı melekleriz ancak birbirimize sarılmak suretiyle uçabiliriz." der Mevlana. Sufiler dönerken bir eli yukarıyı bir eli de aşağıyı gösterir. Bu hareket gökyüzüyle yeryüzünün birleşmesini işaret eder. Aslında doğada var olan her şey birbiriyle bağlantılıdır yani doğa tam anlamıyla iç içe geçmiş bir yığındır. Hiçbir şey tek başına diğerlerinden arınmış olarak var olamaz. Her şey, içinde bir diğerine dair izler barındırır. -Yani günümüzde yaşayan her şey? -Evrenin var olduğu günden bu yana bu bağlantı hiç kopmamıştır. DNA'yı düşünün. Bir veritabanına benzer ve sadece yüzde 2'si bizi biz yapan özellikleri barındırır. Geriye kalan kısmı tüm evrimsel süreçten gelen bilgileri barındırır. Yani ilk insanların bilgileri şu an DNA'mızda mevcut. -Evrenin var olduğu günden yok olacağı güne kadar kopmayacak bir bağlantıdan mi söz ediyorsunuz? -Kesinlikle. Ve mana aleminde beş duyuya ihtiyaç olmadığı vurgulanır. Dünyayı algılamamıza yarayan duyular yanıltıcıdır ve gerçek alemde hiçbir vasıfları kalmaz. Yine sahip olduğumuz bütün duyuların birleşiminden oluşan ve bizi üst akla yakınlaştıracak tek bir duyudan bahsedilir. Kalp gözü, ilahi his ya da duru görü ama ilginçtir ki tüm bunlara giden yol yine beş duyudan geçer. Madde alemini deneyimlemeden diğer aleme geçiş imkansızdır. Bir ölümlüye aşık olmadan ilahi aşka erişmenin ya da yaratılmışları sevmeden yaratıcıyı işitmenin mümkün olmadığından söz eder.
Patron, George'un Lennie'yi kollaması üzerine
"Bu adamdan ne avantan var senin? Parasını kendi cebine mi indiriyorsun yoksa?" "Hayır, tabii ki parasını almıyorum. Onu kullandığımı da nereden çıkardınız?" "Bir adamın başka bir adam için kendisini bu kadar zahmete soktuğunu daha önce hiç görmedim de. Bu işten çıkarın ne senin, onu soruyorum ben."
Duygularımıza neden aramak Tanrının varlığını sorgulamaktan farksız değil mi? Bilirsin ki pek zayıftır mantığım, din bilgim ondan beter. Yine de söyleyeceklerim inkar edilemez: Özde var olan neyse, kendi varlığından öte, ne sebep gerektirir ne mazeret.
Hissetmediğim bir sevgiyi var gibi mi göstermeliydim? Duygular yönlendirilmez ki. O an işimize geldiği gibi takılıp çıkarılabilen şeyler değildir onlar.
Reklam
Mobbing Bank Diyor ki;
İlim Bilgeliği Hikmetin bilgisi ilim ve irfana dönüşerek sır muhafızı dört büyük insanın sırları ile zırha büründü. İlim ile akan bilgi asil kanla buluşup bir bedende o gün bugündür bir başka türlü dolaşmaya başladı. İnsan ruhunun iki ışığı var; biri bilgelik diğeri delilik! Delirmeye gerek duymadı, yetti bilgelik. Sen kimsin ki şetan ile baş
Avlu Genişliği
sizin evleriniz var, büyük. sıkıntı diye soyunduğunuz dünya, eşiklerde. çocuğunuz odalarda bir gün kapalı kalmadı. habersiz girmedi kapınızdan kimse. o masal hâlâ uyumanız için. gittiğiniz hiçbir toplantı suç sayılmadı. başkası için itiraz etmediniz kimseye. üniforma son sözünüz, içinizden giydiğiniz. emekten, yalnız kendinizi anladınız. susup
Sayfa 23 - Kırmızı Kedi Yayınevi / 12. Baskı
Polis olmasaydım katil olurdum çünkü sahici bir sarstıntı sahte bir dengeden iyidir. Şimdi sadece geceleri yapayalnız ve yalınayak anlayabildiğim şeyler var. Şimdi benim de yalanlara inanmaya ihtiyacım var. Bütün çaresiz insanlar gibi... Dağılan bir okul gibi... Acılarımız da birbirine benziyor artık. Birbirine benzeyen parmaklar gibi ama her birinin eşsiz bir izi var. Cesetler de benzemez... Ama bir cinayet başka bir cinayeti hatırlatır her zaman. Koşan atlar düşen atları hatırlatır. Yağmur yağar.. durur.. tekrar başlar... Yanlış yolda yürümek doğru yolda beklemekten iyidir. Beşikten mezara kadar... Karanlıkta herkesle çarpışabilir insan. Yalan mı söylüyorum? Bir sürü doğru söyledik ama hiç burnumuz kısalmadı ki.
''Üzgünüm,'' dedi Cinder. ''Onu ben de çok seviyorum.'' ''Sizin türünüz sevginin ne olduğunu biliyor mu ki? Herhangi bir şeyler hissetme kabiliyetin var mı, yoksa sadece... Programlanmış halde misin?'' Aslında kendi kendine konuşuyordu ama sözleri yine de acıtmıştı. ''Elbette sevginin ne olduğunu biliyorum.'' Ve üzüntünün ne olduğunu da, diye düşündü. Öyle olduğunu kanıtlayabilmek için ağlayabilme yeteneğine de sahip olmayı diledi.
diyebilirsin ki, bir insanı, fotoğraflarından ve hakkındaki haberlerden ne kadar tanıyabilirsin? haklısın. belki de çok az... o zaman şöyle demeliyim: seni az tanıyorum... az... sen de fark ettin mi? az, dediğin, küçücük bir kelime. sadece a ve z. sadece iki harf. ama aralarında koca bir alfabe var. o alfabeyle yazılmış onbinlerce kelime ve yüzbinlerce cümle var. sana söylemek isteyip de yazamadığım sözler bile o iki harfin arasında. biri başlangıç, diğeri son. ama sanki birbirleri için yaratılmışlar. yan yana gelip de birlikte okunmak için. aralarındaki her harfi teker teker aşıp birbirlerine kavuşmuş gibiler. senin ve benim gibi... bu yüzden, belki de, az çoktan fazladır. belki de az, hayat ve ölüm kadardır! belki de, seni az tanıyorum, demek, seni kendimden çok biliyorum, demektir. bilmesem de, öğrenmek için her şeyi yaparım, demektir. belki de az, her şey demektir. ve belki de benim sana söyleyebileceğim tek şeydir...
Sayfa 349 - Doğan KitapKitabı okudu
1.500 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.