Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur
Sadece insanlar ve her insanın içinde bir tutam doğru insan var ama kimsede, bizim diğerinden beklediğimiz ve umduğumuz şey yok. Kusursuz insan diye bir şey yok ve o mutluluk veren, harikulade tek adam aslında hiç var olmadı. Sadece içlerinde ışık kadar moloz da olan insanlar…
Günün birinde uyandım, yatağımda doğrulup oturdum ve gülümsedim. Artık en ufak bir acı çekmiyordum ve birden, doğru insan diye bir şeyin olmadığını idrak ettim. Ne yeryüzünde ne de cennette. Öyle biri, öyle tek bir kişi yok. Sadece insanlar ve her insanın içinde bir tutam doğru insan var ama kimsede, bi zim diğerinden beklediğimiz ve umduğumuz şey yok. Kusursuz insan diye bir şey yok ve o mutluluk veren, harikulade tek adam aslında hiç var olmadı. Sadece içlerinde ışık kadar moloz da olan insanlar...
Sayfa 101Kitabı okudu
Reklam
Adanmışlık, sadece umutsuz bir duygusallıkla, akılsızca kendini öldürmek gibi bir şey değildir. Bundan çok farklıdır. Adanmışlık en muhteşem şekilde sonsuza kadar yaşamaktır. İnsanlık ancak bu saf adanmışlığa bağlı kalarak ölümsüz olur. Fakat adanmışlık için bir kılık da gerekmez. Herkes bugün, tam şu anda oldukları şekillerde kendilerini adamalıdır. Çapa yapan biri, çapa yaparkenki haliyle adanmışlığını göstermelidir. Kendin hakkında sahtekâr olamazsın. Adanmışlıkta ertelemeye izin verilmez. İnsanın her ânı, her dakikası adanmış olmalıdır. Kaşo Usta mükemmel, tam bir adanmışlığın nasıl olması gerektiğine dair yöntemleri düşünüp durmanın en anlamsız şey olduğunu tekrar tekrar vurguladı. Dinlerken defalarca kez kızardım. Şu âna kadar, kendimi Yeni Adam, Yeni Adam diye açıklayıp duruyordum. Adanmışlığın dış görünüşüne, kılığına fazla özendim. Görünüşe göre makyaja, süslemeye çok takılmıştım. Yanı başımdaki Yeni Adam tabelasını cesurca indirmeliyim. Zaten çevrem de en az benim kadar aydınlanıyor. Şimdiye dek ortaya çıktığımız yerler hep kendiliğinden parlak ve görkemli olmadı mı? Bundan sonra artık hiçbir şey demeden, ne hızlı ne yavaş, tam olması gereken tempoda dosdoğru yürüyelim. Bu yol nereye gidiyor? Bunu büyüyen bir asmaya sormalısın. Asma sana cevap verecektir: "Hiç bilmiyorum. Ama güneşe doğru büyüyorum."
Dostoyevski'nin Anna Karenina incelemesi!
Başlangıçta çok beğendim; başımı kaldıramıyordum; ayrıntılarına kadar bayağı hoşlanmıştım; ancak bütününde ilgim azaldı. Bunu bir yerlerde okumuşum gibi gelmişti bana, evet, hâlâ belleklerde tazeliğini koruyan, Kont Tolstoy'un Çocukluk ve Delikanlılık, Savaş ve Barış adlı yapıtlarında da aynı hava vardı. Konusu farklı olmakla birlikte Rus
Sayfa 701 - 702, 703, 704, 705, 706, 707, 708, 709, 710, 711, 712 Yapı Kredi Yayınları
Sessizlik
Gözleri daha önce hiç görmediğim bir yoğunlukla yanıyordu. "Sen benimsin, Melek. Bunu sakın unutma. Senin kavgaların, benim kavgalarımdır. Ya bugün bir şey olsaydı? Hayaletinin bana musallat olduğunu düşünmem bile yeterince kötüydü. Gerçeğine dayanabileceğimi hiç sanmıyorum." Arkasına yaklaştım ve kollarımı kollarının altından geçirdim. "Çok kötü şeyler olabilirdi ama olmadı," dedim. "O Gabe ise bile istediğini elde edemediği ortada." "Gabe'i unut. Hank sen ve belki de annen için bir şeyler planlıyor. Buna konsantre olalım. Saklanmanı istiyorum. Benim yerimde kalmak istemiyorsan, tamam. Başka bir yer buluruz. Hank ölene, gömülene ve çürüyene dek orada kalırsın."
Sayfa 329 - Pegasus Yayınları
Kendinden kaçmaya çalışma; başka biri olamazsın. Senin belli bir kaderin ve bireyselliğin var. Tıpkı her parmak izinin tek ve kendine özgü oluşu gibi – o parmak izi başka hiçbirinde olmadı ve olmayacak, sadece sana ait – varlığın için de aynı şey söz konusu. Tek ve kendine özgü bir varlığın var, karşılaştırılamaz; daha önce hiç olmadı, bir daha da hiç olmayacak, o sadece sende var. Kutla onu!
Reklam
"Kardeşim! Türkler arasında ebediyen kabul edile­meyecek bir meslek varsa o da heykel sanatıdır. Memleketine faydalı olacak, işe yarayacak bir şey öğren. Heykeltıraşlıkla burada ne yapacaksın? Ecdadımızın bırakmış olduğu suları kurumuş çeşmelere bugün musluk takacak paramız yok. Ecdadımızdan çoğu mezarlarında taşsız yatıyor. Birçoğunun
Avrupa'da paran olmadı mı başsız, kolsuz, bacaksız bir insansın demektir. Bir hiç yani. Mutlaka paran olmalı. Para yemek, içmek, uyumak kadar gerekli. Ne kadar paran varsa o kadar iyi yaşarsın. Paran oldu mu tütün, yüzük ve güzel giysiler alabilirsin, ama ne kadar paran varsa o kadar. Paran çoksa çok şey alabilirsin. Bu yüzden herkes, daha fazla şeye sahip olabilmek için daha fazla para edinmeye çalışır. Üstelik bir de başkalarından fazla edinme derdi var. Bu hırs insanları paraya karşı her an uyanık tutar. Yere bir yuvarlak metal atsan, çocuklar hemen üstüne üşüşüp birbirleriyle dövüşmeye başlarlar. Kim ele geçirirse zafer onundur. Ama yere pek seyrek para atılır.
YALNIZLIĞIN YARATTIĞI İNSAN Pardösüsünün kürklü yakasını kaldırınca üşüdü mü diye baktım. Aslında soluk esmer yüzü balmumu gibi sararmıştı. – Üşüdün, dedim. Kaşını kaldırdı. Yanağındaki çıban yerinde kan yoktu. Durdum. Yüzünü avuçlarıma alıp ovaladım. – Neden böyle oldun, dedim. Güldü. Karanlığa doğru tükürdü. Başını iki tarafa şiddetle
ÇATIŞMA Çürümeden çok önce, galiba kokuşmadan da evvel, ölümle dirim arasında geçen kavganın sonundaki boşlukta; birtakım ecza şişelerinin küçüklü büyüklü, sıra sıra dizildikleri, ağızlarını açıp bekleştikleri zamanı; ötekisi ile; sıcacık bir oda ve bir sepet içinde kokmaya, bir kurt yüzünden bozulmaya, delirmeye, canlanmaya hazırlandıkları zaman
Reklam
Bir şey vardı hani Yitirdim ya da hiç olmadı sanıyordun Oysa karışık bir an gibi Seni uyurken öpmesi gibi babanın Bir ilkkar tomurcuğu gibi Geveze dualardan sıyrılmış Sürekli ve silik duruyor Bak o şey sinmiş şurana.
Sayfa 51 - Can YayınlarıKitabı okudu
Olduğum yerde olmak istemiyorum ama olduğum yerden çıkıp gidemiyorum da. Şu an yaşadığım her şey o günlerin aynısı. Evde olmak istemiyorum, ama her akşam eve dönüyorum. İşte olmak istemiyorum ama her gün işe gidiyorum. Bir şey beni hep dışarıya çekiyor. Hiçbir yere ait hissedemiyorum kendimi. Hiçbir eve, hiçbir aileye, hiçbir topluluğa. Hiç arkadaş grubum olmadı benim mesela. Bir futbol takımı tutmadım. Bir siyasi partiyi desteklemedim. Bir derneğin, bir hayır kurumunun üyesi değilim. Bir memleketim yok, oralı hissetmiyorum. Apartman toplantılarına bile gitmedim, o apartman beni ilgilendirmiyor, oraya ait değilim. Sadece orda oturuyorum. Ve ben bu hali armut ağacının tepesinden beri üstümde taşıyorum.
Sayfa 120Kitabı okudu
İşte şu yağmurlar, işte şu balkon, işte ben İşte şu begonya, işte yalnızlık İşte su damlacıkları, alnımda, kollarımda İşte yok oluşumdan doğan kent Hiçbir yere taşınıyorum, kendime sızıyorum yalnız Ben dediğim koskocaman bir oyuk Koltuğun üstünde, aynadaki yansıda Bir oyuk! sofada, mutfakta, yatağımda Yaşamayı tersinden kolluyorum sanki Yetişip
Nefret, ne denli büyük bir duyguydu, değil mi? Hayatınız nefret içinde geçmişse mutluluğu hiç yaşamadınız demekti çünkü nefretin ve mutluluğun bir arada olması mümkün değildi. Birinin olduğu yerde diğeri yaşayamazdı. Evet, mutluluk nedir hiç bilmedim ve evet, en şen kahkahaları hep ben attım ama bu kahkahalarım mutluluktan olmadı hiç. Ben ağlarken güldüm, kanarken güldüm, acırken güldüm çünkü kimse bana mutluyken gülmeyi öğretmedi. Ben bilmiyordum, onlar da öğretmedi ve ben de sahip olduğum tek şeye gülmeyi öğrendim: Saf acı. Güldüğüm tüm o acılar ise bana bir şeyi öğretti: Nefret. Tutmadı ki kimse elimden, biri de çıkıp bana güzel bir şey öğretmedi ki. Kendi kimsesizliğimin içinde yaşam savaşı Verirken hayatın bana öğrettiği sadece iki şey olmuştu: Nefret ve acı. Beni yargılamak kolaydı, değil mi? Ama biri de çıkıp nasıl bu hale geldiğimi sorgulamadı. Siz hiç acıyı benliğine katıp nefretle doğan bir bebek gördünüz mü? Hayır, değil mi? Çünkü doğarken her bebek masumdur, büyürken hayat kirletir onu.
1.500 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.