l 1982'de Nobel edebiyat ödülünü alan eser, yazarın ülkemizde en çok okunan eseri ve benim de bu nedenle kendisiyle tanışma kitabım oldu. Yazarın çocukluğunu geçirdiği kasabada yıllar önce yaşanmış bir namus cinayetini anlatmaktadır. Gabriel Garcia Marguez, 23 yıl sonra yaşadığı kasabaya gelir ve olayın şahitleri ile konuşmalarından yola
H. G. Wells ile beraber bilim kurgunun hatta çoğu güncel eleştirmene göre teknolojinin öncüsü olarak düşünülmektedir. Eserlerinde genellikle icat kullanmayı, teknolojiden sık sık bahsetmeyi ve sanayi, makine ile ilgili yeniliklerden bahsetmeyi çok sevmektedir ve bazı konularda ilham kaynağı olduğu da
İyinin ve Kötünün Ötesinde adlı eseri, zamanın çok ötesine geçebilmiş günümüzde bile geçerliliğini koruyan bir eserdir. Nietzsche eserlerini gelecekte kendisini keşfedecek okurlar için yazdığını söylemiştir.
Çevirmenin devrik cümleleri ve tuhaf noktalama işaretlerinin de etkisiyle Nietzsche külliyatında beni en çok yoran kitaplardan birisiydi diyebilirim. Nietzsche her toplumun sahip olduğu ahlak ve gelenekler sebebiyle iyi ve kötü kavramını kendisine özgü değerlendirilmesi gerektiğini söylemiş, bu yüzden olaylara iyinin ve kötünün ötesinde bakmamız gerektiğini belirtmiştir. Nietzsche'ye göre hiç bir değer kutsallaştırılmamalıdır. Kitabın her sayfasında altı çizilmesi gereken bilgiler mevcut bu yüzden tam olarak anlayabilmek için defalarca okunması kanaatindeyim. Her okunduğunda farklı yeni şeyler keşfedileceğine inanıyorum.
Nietzsche hastalığına rağmen bu kitabı tamamlayabilmiştir. O dönemde bu kitabı hiçbir yayınevi basmak istememiş ve Nietzsche tüm masrafları kendi karşılayarak bastırmıştır. Nietzsche, hastalığı ilerleyince annesinin ve kız kardeşinin bakımına muhtaç şekilde ömrünün geri kalanını yaşamıştır.
Nietzsche'yi çok sevmeme rağmen kadınlar hakkında bu kadar sert ifadeler kullanmasının nedeni hala anlamış değilim mantıklı bir sebep de bulamıyorum.
Nietzsche'nin kadınlarla ilgili sorunları olduğuna bu kitabı okuduktan sonra artık emin oldum :D
Kitaba 8,2/10 puan veriyorum.
Herkese felsefe ve bilim dolu keyifli okumalar diliyorum :D
Merhaba kardeşler;
Meşhur Fransız düşünür Roger Garaudy ile ilk tanışıklığım, okuduğumda beni mahcubiyetle düşündüren şu satırlar olmuştu:
Garaudy, 1982 yılında İslam’ı seçtikten kısa bir süre sonra Türkiye’ye gelir ve bir cumartesi günü Taksim’de bir otelde konferans verir İstanbullulara. Konuşmasının sonunda bir gazeteci, cüretkâr bir üslupla,
Bu kitabı Taksim’de sahaflık yapan emekli, yaşlı bir edebiyat öğretmeninden satın almıştım. Hatta oturup birer çay içip Beauvoir'nın Sartre ile ilişkisi üzerine konuşmuştuk. Kitap, Payel Yayınları'nın ilk baskılarından. Aralık 1971’de basılmış.(İkinci baskı) Her şeyden önce anlamak ve anlaşılmak için kadınların okumasının gerekliliği kadar
Sağlık uyarısı!! Uzun bir yazı, ben uyarımı yapayım da sonra “gözüm senin yüzünden bozuldu” deyip tedavi masraflarını ödetmeye kalkarsanız karışmam! Hiç okumamak seçeneğine de sahipsiniz, sağlık söz konusu, doktor tavsiyesi ile okumayacak olanlara hak veririm. Herkes kendince ölçsün: Kitabı yeniden yazmaya niyetlenip yarı yolda vazgeçmişim gibimsi
"Özgürlük onun doğasında var ve bu özgürlüğü engelleyecek ne varsa;gelenekler,batıl inançlar ya da herhangi bir şekildeki sınırlamalar,tümü bir kenara bırakılmalıdır."
Muharrem Öğretmen sonunda Kur’an-ı Kerim’in ilk ayetinin ‘Oku!’ olduğunu söyledi. Buna benzer birkaç ayet okuduktan sonra Peygamber Efendimizin, ‘Beşikten mezara kadar ilim öğrenin,’ diye buyurduğunu da anlattı. Lâkin, yağmur kayaya işleyebilirdi belki ama, konuşmalarının bir kelimesi bile orada bulunan ev halkının aklına işlemedi.
Asırlardan beri sorgulanmadan gelen, büyüklerin kafasına beton gibi yapışıp kalan gelenekler, insanların ruhuna işgal etmiş ve köyün etrafına öyle güçlü duvarlar inşa etmişti ki, gelen yenilikler içeriye girecek kapı bulamıyordu…”
Klasikler bize tarih, kültür, gelenekler ve farklı edebi stiller hakkında çok şey öğretebilir. Fakat bu kitaptan, klasiklerin de bazen berbat olabileceğini öğrendim. Şimdi, adil olmak gerekirse, kitabın 1764'te yazıldığını ve ilk Gotik roman olarak kabul edildiğini belirtmek gerekir. Bu iki şeyi vurgular: Birincisi, 18. yüzyılda basılmış en
Dostoyevski ile 10. buluşmamız, yazarın Sibirya’da geçirdiği sürgün yıllarını Aleksandr Petroviç Goryançikov adlı bir karakter üzerinden anlattığı Ölüler Evinden Anılar kitabı ile gerçekleşti...
Ölüler Evi’ndeki misafirliğim genel itibariyle keyifli geçmekle beraber zaman zaman oldukça sıkıldığım bölümlerin de yaşandığını itiraf etmem gerek.
Bu zamana kadar duyduğum en güzel aşk hikâyesi Samsun'daki bir Çerkes köyünde geçiyor. Bana bunu anlatan arkadaşım o köydendi.
Çerkeslerin, bir kısmı hayli katı olan gelenekleri varmış. Buna göre mesela Çerkeslerde akraba evliliği yasakmış. Hoş karşılanmazmış. Üstelik öyle çok yakın akraba olunması bile şart değilmiş. Arkadaşımın ‘geçen yıl
YouTube kitap kanalımda Afrikalı Leo kitabını yorumladım: youtu.be/2BNzHTVG6ls
Amin Maalouf'u tek cümleyle özetleyecek olsaydım herhalde "Kızgın kumlardan serin sulara sonra yine kızgın kumlara" diye özetlerdim.
Doğu'nun Limanları adlı kendim için tam bir edebi facia olarak bulduğum kitabından
GİRİŞ
Öncelikle kitabı okumayı düşünenler için birkaç tavsiyede bulunup daha sonra yazara ve kitaba dair fikirlerimi dile getireceğim. Eğer hiç “modernizm” konusu üzerine okuma yapmadıysanız ve sosyoloji ve felsefe konusunda bi birikiminiz olduğuna inanmıyorsanız yanlış kitaba bakıyorsunuz şu anda. Başlangıç kitabı olarak tavsiye edildiyse durum