Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Çevresinde büyük kalabalıkların toplandığını görmekle, dünyanın gidişatını kavramaya çalışırken bu kadar çok insansal işleri omuzlarına almakla bu umutsuz kişi kendini unutur, kutsal ismini unutur, artık kendine inanmaya cesaret edemez ve kendi olmayı çok güç bir olay görür ve diğerlerine benzemeyi, bir taklitçi, yığın içinde kaybolan bir numara olmayı daha basit ve güvenli bulur.
DoğuBatı YayınlarıKitabı okuyor
“Doğa o kadar zalim ki. Bir karınca daha eksilmiş. Doğa için olay bu kadar basit.”
Sayfa 127 - Altın Kitaplar Yayınevi 10. BasımKitabı okudu
Reklam
BİR ŞEYLER EKSİK Ya sevgiye, ya da arzuya ,nesne olmak istiyoruz. ...arzuladığımıza ulaşmak, arzulandığımızda da ulaşılmak istemiyoruz. ''Sevmeyi becerecek kadar kendi benliğimizden feragat etmeyi bilmiyor, arzulamayı becerecek kadar da bilinmeyene ve tehlikeli olana yelken açmaya cesaret edemiyoruz.''
BİR ŞEYLER EKSİK ," Lacan aşk hakkında konuşurken "Aşk sahip olmadığınız (sizde olmayan) bir şeyi, onu sizden istemeyen birine vermektir/vermeye çalışmaktır, Acınası bir durum gibi görünüyor, değil mi? Ortada verilecek bir şey yok, ama zaten onu isteyen de yok. Ancak "aşk" gene de var. Çünkü o öteki her kimse, onun
Stanford Hapishane Deneyi (SHD),
bir bileşim oluşturan bağlamsal değişkenlerin, bir hapishane simülasyonunda tutuklu ve gardiyan rolü oynayan bireylerin üzerindeki etkilerinin basit bir sunumu olarak başladı. Bu açımlayıcı araştırma için belirli varsayımları test etmek yerine kurumsal bir mekânın dışsal özelliklerinin, bu ortamdaki aktörlerin kişilik özelliklerinin ne kadar önüne geçebileceğini ölçmekteydik. Böylelikle iyi özelliklerle kötü bir durum karşı karşıya getirilmişti. Fakat bu deney zamanla iyi insanların kendilerini tanıyamayacakları kadar patolojik şekillerde davranmasını tetikleyen kötü durum ve sistemlerin olası zehirli etkisini kanıtlamanın güçlü bir yöntemi halini aldı. Bu kitapla inançlı bir şekilde kaleme almaya çalıştığım bu çalışmanın betimleyici olay dizgisi, bu sıradan, normal, sağlıklı genç adamların (ben dahil) ve çalışmaya katkıda bulunan birçok yetişkinin ve uzmanın sınırına dayandığı gibi, onların davranışsal bağlamdaki sosyal kuvvetler karşısında direnemeyip ne denli baştan çıkarılabileceklerini açıkça ortaya koyuyor. Bir zamanlar geçirgen olmadığı sanılan "İyi" ile "Kötü" arasındaki çizginin aslında ne denli geçirgen olduğu böylelikle fark ediliyor.
Sayfa 313Kitabı okudu
6 )Sözel judo: eleştiri ateşi altında olduğunuzda karşılık vermeyi öğrenin değersizlik hissinizin nedeninin süregiden de öz eleştirileriniz olduğunu öğreniyorsunuz Bu durum sürekli kendinize nutuk çektiğiniz ve sertt gerçekçi olmayan bir şekilde zulmettiğiniz üzücü bir iç konuşma şeklini alır Genellikle öz eleştiriniz başka birinin sert bir
Sayfa 143
Reklam
Bay Golyadkin insanların kirli çizmelerini sildiği bir paçavra olmayı kaldıramazdı. Özellikle böyle bir durumda hiç kaldıramazdı. Kahramanımız, son maruz kaldığı aşağılanma olmasaydı belki bağrına taş basabilir, sessiz kalabilir, durumu kabullenip bu kadar ısrarlı karşı koymazdı; tartışır, biraz söylenir, haklı olduğunu kanıtlar, sonra biraz
Don Kişot’u da almalıyız. Çok iyi niyetli bir ihtiyardır. Aklın macerası önemli Olric. Ben de okumadığım kitaplardan en iyi anlayan insanım bu dünyada. Biraz da kâğıt almak istemez misiniz efendimiz? Kâğıt mı? Ne kâğıdı? Kâğıt, efendimiz yazmak için. Ne yazmak için? Benim büyük ve mustarip bir ruhum yok ki Olric. Ben on ikinci dereceden
Sayfa 581Kitabı okudu
Yetenek kendine özgüdür, genelde çeşit çeşittir ve bazen düpedüz çekilmez olur. İlkin, talent ollige - "yetenek kişiyi zorlar". Neye mi? Kimileyin en berbat konulara. Yanıtı zor bir soru çıkıyor ortaya: Yetenek mi kişiye egemen oluyor, yoksa kişi mi yeteneğe? Hayatta olan, olmayan yetenekleri ne kadar izlesem de, incelesem de
Sayfa 245 - 246, 247, 248 Yapı Kredi Yayınları
“İkimiz birlikte kitap yazdığımız için.”
Tengo kadehini masanın üzerine koydu. Sonra Fukaeri’ye sordu: “Ben ve sen, ikimiz Pupa Hava’yı yazdık, sonra yayımlandı. Ortak çalışmaydı. Derken o kitap çok satanlar arasına girdi. Yok Little People, yok maza, yok douta. Bütün bunlar hakkındaki bilgiler dünyaya yayıldı. Bu yüzden bunun sonucunda biz bu yeni, değişen dünyaya birlikte giriverdik.
Reklam
Yuvadaki Şeytan Neden bütün ya da hemen hemen bütün modern evliliklerin mutsuz olduğu sorusu (sanki sadece modern evlilikler mutsuzmuş ve modern olmayanlar mutluymuş gibi), bütün edebiyatın -ciddiyetle- ve her beş çayı sohbetinin -ciddiyetten uzak bir biçimde- etrafında döndüğü, son moda sorulardan biri. Dünya üzerindeki her soru, toplumun
Maymun Grevi
Sarah Brosnan'Ia birlikte, hakkaniyeti basit bir oyunla sınadık. Kapuçine küçük bir çakıl taşı verildiğinde, sonra bir dilim salatalık gibi daha cazip bir şey gösterildiğinde, yiyeceği almak için taşı ge­ri vermesi gerektiğini hemen anlar. Kapuçinler doğal olarak verip aldıkları için bu oyunu öğrenmekte hiç zorluk yaşamazlar. Çakıl ta­şıyla yiyeceği değiştokuş etmeyi öğrendiklerinde, Sarah'yla birlik­te bir eşitsizlik yarattık. İki şebeği yan yana koyduk ve yirmi beş kere arka arkaya, önce biriyle sonra diğeriyle değiştokuş yaptık. İkisi de salatalık aldığın­ da eşitlik oluyordu. Bu durumda şebekler sürekli değiştokuş yapı­yor ve mutlu mutlu yiyeceği yiyorlardı. Ama birine üzüm verip di­ğerine salatalık vermeye devam ettiğimizde olay beklenmedik bir biçimde değişti. Bu eşitsizlikti. Bizim şebekterin yiyecek tercihleri de pazardaki fiyatlara mükemmelen uyduğundan üzüm en büyük ödüller arasında. Ortaklarının maaşındaki artışı fark eden şebekler, o zamana kadar salatalık için seve seve çalıştıkları halde aniden greve gittiler. Sadece isteksiz davranmakla kalmayıp sinirlendiler ve taşları, hatta bazen salatalık dilimlerini deney odasından dışarı attılar. Normalde asla reddetmedikleri bir yiyecek hiç istenmeyen bir şey, hatta iğrenç bir şey halini almıştı!
Kıskançlık üzerine...
“Söyler misiniz bana, siz günde kaç kez öğle yemeği yiyorsunuz? Bir, değil mi? Eğer günde iki kez öğle yemeği yiyor olsaydınız, buna herhangi biri itiraz edebilir miydi? Herhalde hayır. Madem öyle neden iki kez öğle yemeği yemiyorsunuz? Birilerini üzmekten mi korkuyorsunuz yoksa? Besbelli değil. İkinci bir öğle yemeği yemeye ihtiyaç duymuyorsunuz, canınız istemiyor. (…) Hem mantığınız, hem de, en önemlisi mideniz bir yemeğin güzel, üst üste yenen iki yemeğin rahatsızlık verici bir şey olduğunu söylüyor. Ama diyelim ki (…) korkunç bir obursunuz. Birilerini üzme tedirginliği sizi iki kez yemek yemekten alıkoyar mıydı? Hayır! Birisi buna üzülecek olsa ya da bunu size yasaklayacak olsa, siz yalnızca yemeğinizi gizli gizli yiyecektiniz; elinize ne geçerse, iyi kötü demeden atıştıracaktınız, çabuk çabuk ve telaşla yediğiniz için elleriniz kirlenecek, kimse görmesin diye ceplerinize doldurduğunuz için üstünüz başınızı berbat edecektiniz, hepsi bu! Kıskançlığın saygıya ve acımaya değer bir duygu olması, ‘ah eğer böyle bir şey yaparsam onu çok üzmüş olurum’ olarak da düşüncesi (…) ancak bir avuç en soylu insanı yapacağı şeyi yapmaktan alıkoyar. Ama zaten onların da ahlaksızca bir şey yapmaları mümkün değildir ki… Öyleyse… kıskançlık dediğiniz saçmalık bir avuç insan dışında hiç kimseyi durduramayacak, olsa olsa onları dolambaçlı yollara, aldatmacaya, kurnazlığa itecektir ve onlar asıl böylece kötü insan olacaklardır. Olay bu kadar basit işte.”
Sayfa 383 - KorKitabı okudu
En basit biçimiyle söylersek sorun şudur: Anlamı yalnızca benim bel ölçümden ve gömlek numaramdan oluşan bu ölümlü dünyada yaşamanın anlamı nedir ki? Bu zor bir sorudur, özellikle bilimin bile bizim umutlanmjzı boşa çıkardığını düşünürsek. Aslında, evet, büim birçok hastalığı alt etti, insanı Ay'a bile gönderdi; ama bugün hâlâ seksen yaşında
544 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.