Gelmiş geçmiş en iyi günlerdi, gelmiş geçmiş en kötü günlerdi; hem bilgelik çağıydı hem ahmaklık; hem inancın devriydi hem şüpheciliğin; hem Aydınlık hem Karanlık bir mevsimdi; umudun baharı, umutsuzluğun kışıydı; hem herşeyimiz vardı hem hiçbir şeyimiz yoktu; hepimiz ya doğruca Cennete gidecektik ya da tam aksine istikamete..
"Kendimi, Tanrı’nın ajandasındaki görevlerden biri gibi hissediyorum: Karanlık çağlardan hemen sonra gelen İtalyan Rönesansı.
Her şeyin bir mevsimi vardır.
Her trend, moda ve dönem için. Dön, dön, dön."
Birine aşık olduğunuz ilk dönem her zaman eşsizdir ama kaygan, çakılı bir yamacı azimle tırmandıktan sonra tekrar o zirveye dokunmak... İşte gerçek aşk burada yatar.
Bazı korku tüccarları da bundan faydalanmaya çalışıyorlar: Modernleşmezseniz böyle olursunuz diyorlar çamurlu kaldırım, dolmuşta arabesk, kaçak elektrik, kirli sakallı işsiz adamlar ve yalınayak çocuklar... Öcüüü! Sosyoekonomik sebepleri olan bu durumu İslam'la özdeşleştirmeye çalışıyorlar. İslam'la ne alâkası var kardeşim? Müslüman, bir kere okumuş adamdır, temiz adamdır! (İslam'ın ilk iki emri: 'oku' ve 'temizlen'.) Tek suçumuz şu: senin 'modernleşmek' dediğin şeye ben 'batılılaşmak' diyorum ve ayak diriyorum. Bu yüzden, ben yobaz oluyorum, sen uygar oluyorsun. Beni bu medeniyetsiz adamlarla bir tutma, rica ederim. Böyle yaparsan, bu yoz gecekondu kültünün de modernizmin marifeti olduğunu söylerim, apışır kalırsın. Bu sınıfsal farklılığı da sen ürettin, bilmiyor muyuz sanıyorsun. Kendini modern olarak tanımlayabilmen için, birilerinin azgelişmiş kalması şarttı zaten. Kendini 'öteki'ne göre tanımlamak zorunda olduğun için; çağdaşlaşmanın getirilerinden yararlanamamış bir güruha zaten ihtiyacın vardı. Yani cumhuriyetin ilk yıllarında CHP'ye yanaşıp da memur olamamış, köşeyi dönmesini sağlayacak bir iş bulamamış, yani burjuvalaşmamış, fakir kalmış, eğitimsiz, öcü diye gösterebileceğin taşralı bir gecekondu sınıfı ürettin. Kim bunlar? Bir iki kuşak önce geleneksel enstrümanları bırakmış; fakat modern kostümleri de üzerlerine tam uyduramamış ara dönem ucubeleri. Kentlileşememiş garipler. Kızdırma beni, çıkartırım ipliğini pazara.
Dünyayı sarsan koronavirüs pandemisi, insanların hayatlarını kaybetmelerine ve sağlıklarının bozulmasına neden olurken, birçok alanı olduğu gibi tarım ve gıda sektörünü de derinden etkiliyor. Pandemi süreci, önemi çok daha iyi anlaşılan tarım ve gıdada yeni bir dönemin başlangıcı oldu. Bu dönem aynı zamanda "tarım ve gıdada yeni dünya düzeni" olarak da adlandırılmaktadır. Ulusal politikalar, korumacılık, gıda milliyetçiliği gibi kavramlar ön plana çıktı. Tarım potansiyeli yüksek, iklim, su kaynakları ve biyoçeşitlilik açısından zengin ve bundan yararlanabilen ülkeler bu yeni dönemin en avantajlı ve parlayan ülkeleri olarak görülmektedir. Petrol zengini ülkelerin yerini gıda zengini ülkeler alacak.
En zor anların yaşandığı bir dönemde, insanlığa yeni bir dünya düzeni sunmak için sahneye çıkma sırası artık İslam'a gelmiştir. Bu dönem artık "ümmet" dönemidir.
En iyi zamanlardı; en kötü zamanlardı. Bilgelik çağıydı; ahmaklık çağıydı. İnanç dönemiydi; şüphecilik dönemiydi. Aydınlığın mevsimiydi; karanlığın mevsimiydi. Umut baharıydı; umutsuzluk kışıydı. Öncemizde her şeyimiz vardı; öncemizde hiçbir şeyimiz yoktu. Hepimiz doğrudan cennete gidiyorduk; hepimiz doğrudan cehenneme gidiyorduk. Kısacası o dönem de bugünkü gibiydi; öyle ki, dönemin en gürültücü yetkililerinden kimileri, hem iyisi hem de kötüsü için 'en' ile başlayan karşılaştırmalarda ısrarcıydılar.
Çaresizliği yenebilmiş insanlar gerçekten bir şeyler
başarabilmişlerdir.
Örneğin Victor Hugo yayın evlerinden kovulduğu için
vazgeçip meşhur kitabı Sefiller’i çıkarmak yerine kendi sefil
olabilirdi…
Edison ise, ampulü bulurken 999 kere hata yaptığını artık
bulamayacağını söyleyen yardımcılarına,
“Hayır, 999 kere
hata yapmadım, 999 yapılmayacak şeyi bularak 999 kere
doğruya yaklaştım.” demeyip bininci denemesinde ampulü
bulamasaydı, belki biz hâlâ,
“Her yer karanlık, makber mi Ya
Rab!” diyor olacaktık…
Einstein aptal olduğu için(!) okuldan atıldı diye kendini
Müslüm dinlemeye verseydi ne olacaktı?
Dostoyevski bir dönem kürek mahkûmu olmasaydı belki
“Suç ve Ceza”yı yazamayacaktı.
Dünyaca ünlü en büyük müzisyenlerden olan Beethoven’in
ise kulakları duymuyordu!
Velhasılıkelam sorunlar, engeller yöreye, ülkeye mahsus
değil, evrensel! Önemli olansa vazgeçmemek, mücadele
etmek!
Şimdi bu konuyu Behçet Necatigil’e ait bir mısrayla
noktalamak da pek bir manidar olur. Ne demiş şair:
“Ya çaresizsiniz ya da çare, sizsiniz...”