Baba'nın kapısı açıldı, Süreyya dışarı çıktı. Yanıma gelip durdu. Gri bir bluzla kot pantolon giymişti. Saçları açıktı. Kollarına sığınmak istedim.
"Çok üzgünüm Emir," dedi. "Hepimiz bir terslik olduğunun farkındaydık, ama hiç aklımıza gelmemişti."
Gömleğimin yeniyle gözlerimi sildim. "Kimsenin bilmesini istemedi."
"Bir şeye ihtiyacın var mı?"
"Hayır." Gülümsemeye çalıştım. Elini elimin üzerine koydu. İlk temasımız. Elini tuttum. Yüzüme götürdüm. Gözlerime. Sonra, bıraktım. "İçeriye girsen iyi olur. Yoksa baban peşime düşer."
Gülümsedi, başıyla doğruladı. "Haklısın." Arkasını döndü.
"Süreyya?"
"Evet?"
"Gelmene sevindim. Benim için... öyle anlamlı ki."
- İnsan zihninin her şeyi anlamlı bir bütün halinde görme çabası öyle büyüktür ki kısmen tutarsız olan bir rüyanın eksiklerini farkında olmadan tamamlamak ister.
Tanrım! Bu geceyi bizim için mi bu kadar güzel, bu kadar anlamlı yarattın? Benim için mi yaptın bunu? Hava ılık, ay açık penceremden içeri giriyor, gökyüzünün uçsuz bucaksız sessizliğini dinliyorum. Evrenin bütün varlıklarına karşı öyle derin bir hayranlık hissediyorum ki kalbim tarifi imkansız bir huzur içinde eriyip gidiyor. Dualarımı bile çılgın bir aşk içinde ediyorum. Eğer aşka bir sınır konmuşsa, biliyorum ki Tanrım, bunu sen değil, insanoğlu yapmıştır.
"Gururun çok yaygın bir kusur olduğuna inanıyorum. Hatta bugüne değin okuduğum şeyler bana gururun sandığımdan da yaygın olduğunu öğretti. Öyle ki, insan zaten doğası gereği gurura meyilli. Gerçek ya da hayali birtakım erdemler yüzünden azıcık da olsa kendini beğenmeyen o kadar az sayıda insan var ki. Kibir ve gurur, tamamen farklı şeyler, halbuki bu iki kelime genelde eş anlamlı kullanılır. Bir insan kibirli olmadan da gururlu olabilir. Gurur, insanın kendisiyle ilgili, kibirse başkalarının bizimle ilgili görüşleriyle alakalıdır."
Bir maç sırasında rakip takımın oyuncusu öyle bir sıkı tekme atıyor ki, Vedat Okyar can acısıyla bir anlığına zarafeti falan unutup küfrediyor. Oyuncu hemen, öğretmene şikayete giden bir talebe gibi hakeme koşuyor.
"Hocam Vedat bana küfretti."
Hakem de efsane: Doğan Babacan. Vedat'ın küfredeceğine ihtimal vermiyor ama yine de yanına gidip soruyor:
"Vedat sen küfür ettin mi falancaya?"
Vedat Okyar duraksamadan,
"Evet, ettim diyor.
Doğan Babacan'ın eli cebine gidiyor... Geri geldiğinde o el bir kırmızı kart tutuyor. Havaya kalkan kırmızı kart tüm stadı şaşkınlığa ve temelli sessizliğe gömüyor. Olacak iş değil. Beyefendi Vedat kırmızı kart yiyor. Üstelik yediği yediği tekmenin üstüne tatlı niyetine...
Tezcan, arkadaşının yanında tüm olanlara şahit olmuş. Oda şaşkınlık içinde:
"Oğlum" diyor Vedat'a, "Manyak mısın sen, niye ettim diyorsun. Etmedim deseydin ya!"
Vedat Okyar'ın kısa ama çok anlamlı cümlesi dökülüyor o an ağzından:
"Üstümde Beşiktaş forması varken yalan mı söyleyecektim!"
Bana yolu gösterin, yoksa yanılabilirim. Öyle çok yol var ki!
İnsan bu dünyada otuz yıl yaşamışsa eğer ve benim gibi hep yalnız başına savaşmak zorunda kalmışsa, o zaman beklenmeyen olaylara karşı bağışıklık kazanıyor ve bunlar yüzünden çok sarsılmıyor… Yalnız insanlar hep alışıktır beklenmeyen olaylara.
Oysa geleceğe, olgunlaşmaya ve ilerlemeye yönelik bir umut olmadan anlamlı bir yaşamdan söz edilemez.
İstediğim şey imkansız olsaydı, istemezdim.
Her şeyden önce, özgür kişi bağımlı olandan üstündür.
Başkalarının düşüncelerini sınamadan benimseme.
Gitmeyi öğrenmemişsen, nasıl yavaşça bittiğini görerek öğrenirsin.
Her gidiş anlamlı değildir ama öyle bir gitmelidir ki insan, kaldığı zamanlardan daha değerli anılabilmelidir.
Seymour hayatında hiç o kadar hızlı koşmamıştı.
Arkasından “aptal”, “deli” diye bağırıp kovalayan
zorba çocuklardan kaçarken bile.
Dorothy’yle dev köpeği olmasa bayıltana kadar döverlerdi Seymour’u.
İkisi, tam Sean’la Küçük Russ (dördüncü sınıftaki tek doksan kiloluk
çocuk olduğundan daha alaycı bir lakap olamazdı herhalde)
onu
I
O zamanlar gökyüzü biçilmiş buğday kokardı
Çiğnenmiş üzüm, mısır püskülü, bostan yaprağı
Toprak kokardı insan emeğiyle yoğrulmuş.
Rüzgâr serin sesli konuğuydu evlerin
Bulutlardan ağaçlardan saçlardan süzülen
Bir dirim duygusuyla doldururdu odaları
Yağmur ikinci adıydı akşamların
Günün yorgunluğu üzerine dökülen
Bir düş inceliğinde
“Neredeydin? ” dedi yataktaki yaşlı kadın. “Tuvaletimi yapmam gerekiyordu ama yanımda kimseyi göremedim.”
Genç adam. onun hırçın ses tonuna karşılık, ayakucunda duruyor ve sakin bir şekilde gülümsüyordu.
Kelimelerin ne anlama geldiğini unutmuş gibi, belli belirsiz bir sesle “Tuvaletimi yapmam gerekiyordu” diye tekrarladı.
Adam, “Sana
KİM BİR BARDAK SOĞUK SU İÇERSE BENİ HATIRLASIN.
Hz. Hüseyin
Kerbela, yeniden var olmak için atılmış ölümüne bir adımdır, ölümüne bin adımdır. Âşık olmanın adıdır ölüme en Yüce’nin hatırına. En Yüce’nin hatırına ölümle kıyılmış nikâhtır bu,
Hüseyni bir nikâh.
“Kerbela, bir feryattır. İkiyüzlülüğe, kaypaklığa ve arkadan vurma alçaklığına