Orhan Pamuk'u nasıl seviyorsam, Peyami Safa'yı da öyle seviyorum.
Çoğu "okur"a garip gelebilir bu düşünce; ama her iki yazarı da sadece edebi yönüyle ele alırsak, aralarında ciddi benzerlikler olduğunu ve her iki yazarın da muazzam geniş kelime zenginliği ile lezzetli bir edebi dile sahip olduğunu görebiliriz.
Peyami Safa, okuduğum
Bu kitabı ilk okumaya başladığımda cümlelerinin güzelliğine hayran kaldım. Hani böyle başlarda kitaba dair pek hissiniz oluşmaz, yani kitap hemen sizi içine çekmez biraz sabırla 10 20 sayfa devirmeniz gerekir. İşte o sayfalar bu kitap için betimlemelerin güzelliğine bak, şu uzun cümlenin kuruluşuna bak diye diye geçti. Sonrası zaten bildiğiniz
“Artık ölmek istemiyordu ama yaşamaktan pek keyif aldığı da söylenemezdi. Ancak hiç değilse yaşadığı için mutsuz değildi. Hayattaydı; ve bu değişmeyen gerçek yavaş yavaş onu büyülemeye başlamıştı; sanki kendisinden daha uzun yaşamayı başarmış gibiydi, sanki ölümünden sonra yaşamayı sürdürüyordu.”
Sokrates'in, herkesin tapındığı toplumun tanrılarına tapınmadığı, onların yerine kendi tanrılarına tapındığı, dolayısıyla "dinsizlik" ile suçlandığı; neticesinde de jüri tarafından suçlu bulunarak idama mahkum edildiği davada yapmış olduğu savunma metni. Öncelikle Sokrates'in savunmasına ilişkin birçok farklı savunma metni varmış; fakat
"İnsanlar sahtedir, dönektir, türlü hilelerle ve tatlı dille bizi kandırır, sefil ederler, kendi çıkarlarından başka şey düşünmez, başkalarının ne halde olduğuna dönüp bakmazlar. Onlara çok az inanır ve pek az güvenirsek yanılmamış oluruz."
Okumayanlar mutlaka düşünsün, okumayı düşünenler hemen okusun...
Öyle bir kitap okudum ki ne yazsam az kalacak. Ama yazmasam da olmayacak. Geç okuduğum için üzüldüm demeyeceğim, belki de şimdi bile yazarın anlatmak istediklerinin hepsini tam anlayamadım. O kadar derin, o kadar farklı, o kadar benzersiz. Sadece şunu söyleyebilirim ki bugüne
Pakistan’lı Doktor İşan Hüseyin, çok zor ulaşılan başarılara sahip ünlü bir doktordur. Yaptığı büyük başarı ve hizmetlerden dolayı, uluslararası konferanslar için zorunlu uçuşlar yapıyor ve bu seyahatlerde ilginç olaylara şahit oluyordu.
Dr. İşan Hüseyin ilginç bir hatırasını kendisi şöyle anlatıyor:
“Bir gün uçakla bir şehirden, başka bir
Pek az kişi vardır, yıldızlara benzer, belli bir yörüngede ilerler durur, hiçbir rüzgar varamaz yanlarına, kendi yasalarını ve izleyecekleri yolu kendi içlerinde taşırlar.
İlyada kelime anlamı olarak “İlyon’a Şiirler” manasını taşımaktadır. Dönemin İlyon’u ise günümüz Troya bölgesidir. Yani ismini tamamen bulunduğu bölgeden almıştır. Eser bize Troya Savaşı’nın sadece son 51 gününü 15600 dize ile anlatmaktadır. Tek bir ustanın eseri midir? Yoksa Homeros mu kaleme aldı? Homeros var mı? Yok mu? Gibi soruları bir kenara
"Ne içindeyim zamanın
Ne de büsbütün dışında
Yekpare bir anın
Parçalanmaz akışında"
Bu dizeleri bilmeyen pek az insan vardır ama ne mânaya geldiğini yalnızca Huzur'un sayfalarında dolaşanlar idrak edebilir zannımca. Kulağında Mahur Beste ,ellerinde bir kaç neşriyat boğaza nazır bir köşkte ; kafasında harp eden düşünceler ve
Yine tadı damağımda kalan bir roman okudum.
Kitabı ilk elime aldığımda kapağını uzun uzun inceledim ama bir türlü anlamlandıramadım. Tabii ne karakterlerden ne de hikayeden haberdardım.
Taa ki şu satırları okuyana kadar;
"Firuz, onun saç örgülerini iki idam ipine benzetti. Uçlarından kendi ile dostunun cansız bedenleri