Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur
Farklı cinslerin ve farklı niteliklerin birbirine karşı kışkırtılması, bütün bu üstünlük iddiaları ve üstün olmama yakıştırmaları, insanlığın “taraflar”a bölünmüş olduğu ve bir tarafın diğer tarafı yenmek zorunda olduğu inancı, ya da bir kürsüye çıkıp da Müdür beyin elinden gösterişli bir kupa almanın müthiş bir önem arz etmesi, olsa olsa
Sayfa 136Kitabı okudu
Dua
Milyonlarca inananın yapmış olduğu milyonlarca dua, boşa nefes tüketmekten başka bir şey değildir. Milyonlarca insanın yaptığı bu dua, söz söylemesi olanaksız, biriyle konuşma girişimi olduğundan, bir çelişkidir.
Reklam
Ruskin' in tezini tarihsel kökenleriyle uğraşmadan, kendi içinde tartışmak isteyen bizler, onu Descartes'in su sözleriyle tam olarak özetleyebiliriz: "Bütün iyi kitapları okumak, bu kitapların yazarlığını yapmış geçmiş yüzyılların en iyi insanlarıyla konuşmak gibidir." Ruskin belki de Fransız filozofun biraz kuru diyebilecegimiz bu düşüncesini bilmiyordu ama İngiliz sislerini eritip en sevdiği ressamın manzaralarını şanıyla aydınlatan ve Apollon altınına karışankonuşmalarının her köşesine sinen aslında bu düşünceydi . Ruskin, "Arkadaslarimizi iyi seçecek iradeye ve zekaya sahip oldugumuzu varsaysak dahi, içimizden çok azının bunu yapacak gücü vardır ve tercih alanımız da son derece sınırlıdır." demistir. "Istedigimiz kisiyi tanıyamıyoruz. Şans eseri büyük bir sairi görebilir, ses tonunu duyabilir veya bize hosça cevap verecek bir bilim adamına soru sorabiliriz. Bir bakanla ofisinde on dakikalik konusma yapma sansini zar zor elde edebiliriz, hayatımızda bir kere de olsa bir kraliçenin bakışını yakalama,ayrıcalığına erişebiliriz. Ne var ki can attığımız bu kaçamak rastlantılara yıllarımızı verirken, tutkularımızla kabiliyetlerimizi ise bunlardan daha azı için harcarız. Oysa bu zaman zarfinda, hangi sınıftan olursak olalım bizimle dilediğimiz kadar konuşan kisilerden meydana gelen, her zaman açık bir toplum vardır. Bu toplum, o kadar kalabalık ve ılımlıdır ki krallar ile devlet adamları sabırlar söz hakkı vermek için değil, elde etmek için beklerken onu, tüm gün boyunca yanımızda tutabiliriz. Kütüphanelerimizin raflarıyla sadece döşenmiş bekleme odalarında. .
yoksa Tanrı, bu savaşa giren ve daima barıştan, "her şeye kadir olan"dan üç dilde söz eden insanların be­yinlerini aydınlatırdı. Tanrıya artık inanmıyorum, çünkü o bize ihanet etti. Ben artık inanmıyorum; ve sen, inancınla nasıl başa çıkacağını düşünmelisin.
Anneme bakılacak olursa, Mustafa Kemal, kişisel yaşamında yalnız ve mutsuz bir insandı. Yakın çevresinin içtenliğine de tam bir güven duyamıyordu. Annem, son yıllarında küçük Ülkü'ye bağlanmasını çok anlamlı bulurdu bu açıdan. Çünkü beş yaşında bir çocuğun ona dalkavukluk etmesi söz konusu olamazdı. Onun sevgisine güvenebilirdi hiç olmazsa. Mustafa Kemal çok küçükken yatılı askeri okula verilmiş, anne sevgisinden yoksun kalmıştı. Afet Hanım dışında, hiçbir kadınla uzun süren mutlu bir ilişki kuramamıştı. Evliliğinin bir fiyaskoyla sonuçlanması, kendi kabahatinden çok Latife Hanımın kabahatiydi anneme göre. Avrupa uygarlığına dönük, yabancı diller bilen bir kızla evlenmek istemişti. Gerçi Latife Hanım yabancı diller biliyormuş ama, davranışları hiç de uygar değilmiş anneme bakılacak olursa. Aklın alamayacağı kadar kıskanç ve hırçınmış. Değil Mustafa Kemal gibi birinin, en sıradan bir erkeğin bile tahammül edemeyeceği kıskançlık sahneleri yapar, herkesin önünde hırçınlığını gözler önüne serermiş. Örneğin odaya dalıp, "Kemal, gene mi içiyorsun?" ya da "Kemal, gene mi poker oynuyorsun?" diye bağırırmış.
“Selefiniz Leopold Leopoldoviç hakkında bir şeyler dinlemek ister misiniz?” diye sordu sağlık memuru ve Anna Nikolayevna’ya kibarca bir sigara uzattı, sonra kendisi de bir tane yaktı. “Harikulade bir doktordu!” dedi Pelageya İvanovna heyecanla parlayan gözleriyle tatlı tatlı yanan ateşe bakarken. Sahte taşlarla süslü bayramlık tarağı siyah
Reklam
O
Tanrı erkek bir ilah olarak başladığı için, tek Tanrıcılar genellikle ona erkeği belirten 'o' zamiri ile atıfla bulunurlar. Son yıllarda feministler buna anlaşılır biçimde itiraz etmektedirler. Bense Tanrıya erkeklik atfedenlerin düşünce ve anlayışlarını kaydettiğim için bu zamiri korudum Gene de Tanrıdan söz ederken ortaya çıkan eril tınının özellikle Ingilizcede sorun oluşturduğunu belirtmek gerekir. İbranice, Arapça ve Fransızcada ise, dilbilgisindeki cinsiyet ekleri ilahiyat söylemine bir tür cinsel kontrpuan ve diyalektik kazandırıyor ve İngilizcede bulunmayan bir denge sağlıyor. Örneğin Arapçada Allah dilbilgisi bakımından erildir, fakat Tanrı'nın ulaşılamaz tanrısal özüyle ilgili sözcük ez-zat ise dişildir.
Kendi Gök Kubbemiz
Düşünce Ülfet belâlı şey, fakat uzlet sıkıntılı, Bilmem nasıl geçirmeliyim son beş on yılı? Insanlar anlaşıldı. Cihanın da sırrı yok, Kalsaydı terkeşimde bugün tek bir altın ok, En tatlı bir hayal için atmazdım ufkuma Dalsın yakında gözlerim artık son uykuma! " Yalnız duyan yaşar " sözü, derler ki, doğrudur "Yalnız duyan çeker " derim, en doğru söz budur. Gördüm ve anladım yaşamak macerasını, Bakiyse ruh eğer dilemezdim bekasını. Hulyası kalmayınca hayatın ne zevki var? Bitsin, hayırlısıyle, bu beyhude sonbahar! Ölmek değildir ömrümüzün en feci işi, Müşkül budur ki ölmeden evvel ölür kişi
Insanlar birbirlerini ne kadar iyi anlıyorlardı. Bir de ben bu halimle kalkıp baska bir insanın kafasının içini tahlil etmek, onun düz veya karışık ruhunu görmek istiyordum. Dünyanın en basit, en zavallı, hatta en ahmak adamı bile, insanı hayretten hayrete düşürecek ne müthiş ve karışık bir ruha maliktir! Niçin bunu anlamaktan bu kadar kaçıyor ve insan dedikleri mahluku anlaşılması ve hakkında hüküm verilmesi en kolay şeylerden biri zannediyoruz? Niçin ilk defa gördüğümüz bir peynirin evsafı hakkında söz söylemekten kaçtığımız halde ilk rast geldiğimiz insan hakkında son kararımızı verip gönül rahatlığıyla öteye geçiveriyoruz?
mutlu son
Canımız çekince sözlükten üç söz alabilsek Örneğin: Aydınlık, şölen ve mutlu Bir kadın çizsek kağıda üç buutlu Sonra bu çok kalabalıkta en yalnız kalabilsek Şarkılar söylesek, çalgılar çalsak canımız çekince Örneğin: Keman, piyano, klarnet, lir Yaşamak nerde başladı, ölüm nerde kim bilir Hani sabahlar vardı, hani bitiyordu bu gece Ben sen oyuz ya da bizler, sizler, onlar Bir yanda mutsuz ölüm, bir yanda mutlu sonlar
Reklam
duygusallık entelektüel gelişmenin esrarengiz fakat bir o kadar da gerekli ve yaratıcı unsuru. Aşk veya nefret için olsun, bedenin sıkıntılarını hissedemeyenler zihnin de sıkıntılarını anlama yetisinden yoksundurlar. Ruhun güzelliğinin yüzün bütününü aydınlatması gibi, sağlam bir vücut da verimli çalışan bir beynin olmazsa olmazıdır.
Sayfa 15
Antik YakınDoğu
V. binyıl sonlarında başlayıp IV. binyılda devletin oluşumuyla sonuçlanan uzun sürecin Mezopotamya'nın hemen her yerinde belgelendiğini söyleyebiliriz, ama aynı şey "şehir" için söz konusu değildir. Nitekim bölgede gerçek anlamda kentsel oluşumlar olmamasına rağmen devlet yapılarının ortaya çıktığı gözlemlenir. Örneğin Anadolu'da devlet son derece aşikar bir şekilde tezahür etmekteyse de, tamamıyla kentsel bağlamlara oturtulması zordur. * Gordon Childe'ın kendisinin de belirttiği gibi, şehir kavramını tanımlamak zordur. Şehri istatistiksel olarak yüksek sayıda insanın yaşadığı, uzamsal olarak geniş bir alan olarak tanımlamaya alışkınız. Aslında boyutların yanı sıra, bir yerin etrafındaki bölgeye göre üstlendiği işlev de önemlidir. Bir yerin "şehir" olarak nitelenebilmesi için bir yerleşimdeki münferit ekonomik faaliyetlerin yan yana bulunuş şeklini göz önüne almak yeterli olmayıp, faal nüfusun ortak eylemlerinin ürünlerini de değerlendirmek gerekir; bu eylemler, bireylerin veya toplumsal grubun rolü ve faaliyetleri doğrultusunda ayrı bir değer edinir. Dolayısıyla şehir karmaşık bir oluşumdur ve karmaşıklığı arkeoloji alanına da yansıyabilir.
reşit galip..
Türk aydınlanmasının Kuvvacı fedaisiydi. Rodos doğumluydu. İtalyanlar Trablus Savaşı sırasında oldu bittiye getirip Rodos’u işgal edince, henüz 17 yaşındayken doğduğu toprakları kaybetmenin acısını yaşadı. Kayıkla Marmaris’e geçti, İzmir’e geldi. Bugün Swissotel Büyük Efes’in hemen karşısında yeralan ve Ticaret Lisesi olarak eğitim veren Fransız
Tann fikri konusunda son derece kuşkuluydum, ama hayat, evren ve her şey için onun yerine koyabileceğim herhangi bir açıklamanın işe yarar bir modelini oluşturabilecek kadar bilgi sahibi değildim henüz. Ama yılmadım, okumaya ve düşünmeye devam ettim. Otuzlarımda bir ara evrim biyolojisine takıldım, özellikle de Richard Dawkins'in kitaplarına: Önce the Gen Bencildir, ardından Kör Saatçi ve birden (sanırım Gen Bencildir'i ikinci okuyuşumda) her şey yerli yerine oturdu. Bu çok şaşırtıcı sadelikte bir kavramdı, ama doğal olarak, yaşamın sonsuz ve aldatıcı karmaşıklığına yol açmıştı. İnsanlaın dinsel deneyimlerini anlatırken söz ettikleri huşu duygusu, bu farkındalığın benim içimde uyandırdıklarının yanında, samimi söylüyorum aptalca kalıyordu. Her zaman için algılamanın uyandırdığı saygı duygusunu, cehaletin uyandırdığına tercih ederim.
Dünyanın en basit, en zavallı, hatta en ahmak adamı bile, insanı hayretten hayrete düşürecek ne müthiş ve karışık bir ruha maliktir !.. Niçin bunu anlamaktan bu kadar kaçıyor ve insan dedikleri mahluku anlaşılması ve hakkında hüküm verilmesi en kolay şeylerden biri zannediyoruz? Niçin ilk defa gördüğümüz bir peynirin evsafı hakkında söz söylemekten kaçtığımız halde ilk rast geldiğimiz insan hakkında son kararımızı verip gönül rahatıyla öteye geçiveriyoruz ?!!
1.500 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.