Kumsalda bir çakalın leşini gören Siddhartha'nın ruhu ölü çakalın vücudundan içeri süzülüyor, ölü çakal oluyor, kumsalda uzanmış yatıyor, şişiyor, pis kokular saçıyor, çürüyor derken, sırtlanlar tarafından didik didik ediliyor, atmacalar tarafından derisi yüzülüyor, bir iskelete dönüşüyor, un ufak oluyor, giderek kıyılara, bayırlara savruluyordu. Ve Siddhartha'nın ruhu dönüp geliyordu geriye, ölümü yaşamış, çürüyüp kokmuş, toz olup savrulmuş, yaşam çevrimindeki o buruk esnekliği tatmış oluyordu ve yeni bir susamışlık içinde bir avcı gibi bekliyor, çevrimden kurtulmasını sağlayacak, nedenleri sona erdirip çilesiz bir sonsuzluğu başlatacak boşluğu gözülüyordu. Duyularını öldürüyor, belleğini öldürüyor, binlerce yabancı kalıpta Ben'inden sıyrılıp çıkıyor dışarı, hayvan oluyor, leş oluyor, taş oluyor, tahta oluyor ve her defasında yeniden uyanarak kendi kendisine kavuşuyor, gökyüzünde ister Güneş parlasın, ister Ay, yine Ben olup devridaim içinde salınımı sürdürüyor, susuyor, susuzluğunu dindiriyor, yeniden susuyordu.