“Aysel ilk kez o akşamüstü umutsuzluğa düştü. İçinden, "Ne talihsiz kızmışım ben! Herkesin kızları okumak istemez, anaları babaları zorla okuturlar. Özel hocalar tuta tuta... Ben okumak isterim, karşıma ya babam dikilir ya annem. Şimdi de abim çıktı işte!.." diye ağlamaya başladı. Neden sonra annesi mutfaktan gelip, "Sus, baban böyle yumruk gibi gözlerle görmesin seni. Bir şey var sanır. Birine tutuldun falan sanır!.." deyince aklı başına geldi.”
Dış kaynaklı bir tehlike, sözgelimi çığ, müthiş bir fırtına, bir saldırgan vb. ile karşı karşıya kaldığınızda, ne yaparsınız? Biraz yürekli ve de aklı selim sahibiyseniz tehlike kaynağım uzaklaştırırsınız: ya çığın yolunda kalmamak için koşarsınız, bir yere sığınırsınız (ağaç altı olmasın!), ya saldırganın karşısına dikilir ya da kaçar sınız vb. Ne olursa olsun, tehlike kaynağını, elinizden geldiğince, kendinizden uzaklaştırmaya çalışırsınız. Peki, ama ya tehlike kaynağı tam içinizdeyse? Işte, dürtü tam da böyle bir şeydir. Gene aynı şeyi yapar, tehlikeyi savuşturursunuz, ama bu kez uzağa, dışarı bir yere değil, ama elinizden geldiğince içinizde uzağa atmaya çalışırsınız; sonra da tehlike olmadığı duygusuna kapıl mak amacıyla, bütün bunları unutursunuz; işte, bastırma, budur. Gerçekten de, devekuşu örneği ... Zaten bütün dertler de böyle başlıyor.
Bir insanın acısını yürekten paylaşabilmemiz için, bizimle aynı hakikati paylaşıyor olması gerekir öncelikle. Eften püften oyuncağını zımbırtısı kırıldı diye ağlayan çocuğu pışpışlarken, kadidi çıktığı halde kendini hala kilolu sandığı için bunalıma giren anoreksi hastasına yemin billah şişko olmadığını söylerken, epi topu iki haftadır beraber olduğu beş para etmez bir kadın tarafından aldatıldığı için hayata küsen can ciğer dostumuzun hezeyanlarını sineye çekerken, bir sabah açık duran penceresinden başını uzatan bir güvercin ruhunu çaldı diye meydandaki tüm güvercinleri tek tek yakalayıp ağızlarından içeri bakmaya kalkan aklı hastasını doktoru gelinceye kadar oyalarken... yanıbaşlarında dikilir ama acılarına fersah fersah öteden bakarız. Böyle basit bir şey için gözyaşı döken çocuk, hakikatten bu kadar uzakta kamp kuran anoreksik, öyle biri için üzülmeye değmeyeceğini göremeyen bedbaht dost, zavallı güvercinlerin soyut ruhlara değil, somut buğday tanelerine üşüştüklerini idrak etmekten aciz deli... ilgi ya da merhamet, teselli ya da dayanışma bekleyebilirler bizden. Alırlar da muhtemelen. İtiraz etmeksizin yapabiliriz bunları. Acı çektikleri için saçmalayıp, saçmaladıklarından ötürü nasıl acı çektiklerini gördükçe, içten bir yakınlık duyabiliriz onlara. Sevgi dahi bekleyebilirler bizden. Yeter ki, acılarını paylaşmamızı beklemesinler.
"Senden gizleyecek halim yok, bana kur yapan çok köpek var burada. Pencereye çıktığım zaman onları seyretmeden edemiyordum. Bazıları pek çirkin, yüzlerine bakılmaz. Bazıları da kaba sokak köpekleri... Üstelik pek de aptal bunlar ama sokakta birer soylu gibi yürürler. Öyle bir havaları var ki sanırsın tüm sokak onları seyrediyor ama benim umrumda değil tabii. Ah bir de korkunç bir köpek var ki sorma... Buldok mudur çoban köpeği midir bilmem, bizim camın önünde dikilir durur. Üşengeçliği bırakıp arka ayakları üzerine bir kalkabilse, bizim Sofi'nin babasını bile geçer. Birkaç kez ona havladım ama hiç oralı olmadı; onunda havasından geçilmiyor anlayacağın ama tatlım kimseye yüz vermediğimi düşünme. Komşunun çitlerinden atlayan Trezor'u görmeni isterdim. Öyle yakışıklı ki anlatamam..."
Ah salak köpek ! Aklı fikri nerelerde... Ne gereksiz şeylerden konuşup duruyor yine. Bana insan lazım, bana insanlardan bahsetmen lazım. Beni avutacak, ruhumu besleyecek şeyler lazım bana! Neyse bir sayfa daha çevirelim de görelim bakalım bize göre bir şey var mı..
Kamil insanlar dünya kötü olduğu için dünya sevgisinden vazgeçmiş değillerdir.
Onlar sadece aklı nefse üstün kılmışlardır. Zira dünya mükemmel bir sanatkârın eserlerinin sergilendiği yerdir. Fakat irfan sahibine kılavuz olan bir şey cahilin yoluna bir eşkıya olarak dikilir. Bu sanat eserlerini gören kimse ondan yüz çevirmemelidir. Zira onu ele geçirmek zor, elden kaçırmak kolaydır.
bazen böyle olurdu, hayatını değiştirecek eşikte dikilir insan da, kendisini anca otobüs bekliyor sanırdı. sonra geriye dönüp baktığında, tabii geriye dönüp bakacak kadar aklı varsa, fark ederdi o eşiği.
Kendini gerçek dünyadan soyutlamış birinin iç çatışmalarının, kızgınlıklarının, kırgınlıklarının, başkaldırışlarının ve daha yaşadığı birçok duygunun anlatıldığı bu kitapta kahramanımız kırklı yaşlarından, gençliğine bir bakış atar ve onun kendi dünyasına '' yeraltına'' sığınmasının nedenlerini bir sohbet havasında
Gün kavurur anam bir tepside akşam ocağının en kuzguni vaktinde
Gölge dadaşır benimle birbirini geçen duvarların arasında
Mizansız kaba eller tartar aşları, elden ele eğrilirir akar gider sır suyu
Dağı sel ipinden dikilir heybenin, oysa bir avuçla kanar güğüm.
Heybe sırtlanır beni, en kuytu yerinden yamalarımı kırpar gölge
Kuzuların aklı kararır, otların kalbi söner ve ova yığılır kalır üstüme
Ve ben kasıtsız gölge olurum, şimdi dolaşıp dalaştığım ben olurum.
-Ahsen
Yalnız bir imandan dahi sayısız belirtiler ve alâmetler zuhur eder. İş onu elde etmekte. Hatta Peygamber Efendimiz Hazretleri hadislerinden birinde şöyle buyururlar : Bir adam Cenâb-ı Ha k’a karşı kırk gün ihlâs üzere ibadette bulunsa o ihlâsın feyzi kalbini kaplar, kalbinde hikmet pınarlarının sulan da dilinden akar. Bu hadis-i şerifin yüksek
İnsan soyuna bunca iyiliği dokunan, yaşama anlam katan, gelecek nesillere bir umut aşılayan insanların hemen hepsi bilinmez; ama öte yandan güç kullanarak, yakıp, yıkanların, insan katliamına karar verenlerin yani fatihlerin tarihini herkes bilir. Bir saatin içindeki onca hüneri kendilerine borçlu olduğumuz insanlar, güç kullanmayı alışkanlık
X
Arabasına bindiğimiz zaman Prens:
-Bakın aklıma ne geldi, dedi, bir yere gidip bir şeyler yesek. Ne dersiniz?
-Bilmem ki Prens. Geceleri yemek yeme alışkanlığım yoktur.
Sabit, kurnaz bakışını gözlerime dikerek:
- Hem yer, hem konuşuruz, diye ekledi.
"Anlaşıldı, açık konuşmak istiyor!" diye düşündüm. Benim de istediğim buydu zaten.
1)16. yüzyılda Osmanlı Devleti'nin gelişme yolu üzerinde direnmiş ve Türk orduları ile savaşa tutuşmuş olmasından dolay Katolik Avrupa tarafından kendisine "Hıristiyanlığın şövalyesi" unvanı verilen Boğdan Beyi Büyük Stefan'ın ölüm döşeğin de evlatlarına gayet ibretli bir şekilde: "Belki de yakında himayeye muhtaç
KONUŞMALAR – I
Bütün dünya ile birlikte Türkiye de büyük ve düşündürücü bir değişiklik içindedir. Çünkü bu değişiklik daha çok olumsuz yönlere doğrudur.
Türkiye, çağdaş devlet olmaktan çıkmıştır.
Devlet tarifi nedir? Bir vatandaş teşkilatlanmış bağımsız bir millet, değil mi? Türkiye bu tarife uymuyor.
Bir kere bu vatandaki millet