Dün gece bir rüya gördüm tanrım. Mavi ile beyaz vardı, kendisiyle kavga eden bir çok renk daha. Hava açıktı ama puslu görünüyordu, yaşanılabilirdi dünya fakat herkes ölüyordu. Özlediğim dünya, bazı amaçlar uğruna körelmiş ve yok edilmişti. Cezamın güzel olan her şeyin yok edilmesine şahitlik etmem olduğunu anladım hemen. Rüyadan uyandığımda aslında gerçekliğin yansımasını gördüğümü fark ettim. Bir rüyadan mı uyandım yoksa, bir rüyaya mı daldım bilemiyorum. Her şey artık daha keskin tonlara sahip, ana renkler daha baskın. Tıpkı fotoğraf basılan kırmızı odalara benziyor. Zihni bulanık bir insanın daha fazlası olmasını bekleyemezsin. Belirsizlik yorucu ve dayanılmazdır.
Psikoloji tutarsızdır. İnsan hayatının her evresinde farklıdır, değişim çoğu zaman kaçınılmaz olarak gerçekleşir. Kendinden bile bağımsız olur gerçekleşmekte olan bu direnç noktaları. Direnç noktaları diye adlandırdığım aslında hayatta karşılaştığımız olaylara kapılmamızdan kaynaklanır. Direnci kırılan insan yaşama karşı kayıtsız kalır. Önceleri yapmaktan keyif aldığı şeylerden uzaklaşır, onları bazı zamanlar tanıyamaz hale gelir. Bu daha öncede bahsettiğim dönüşümün öncüsüdür. Yirmibirinci yüzyılda yaşamayı öğrenmek, gayretle hayatın içine atılmaktan ibaret değildir. Bazen akıntının seni götürmesine izin vermek zorundasın, ellerini bırak hırçın dalgalarla yorma kendini. Bu öyle bir denizdir ki, içerisinde boğulmazsın, yüzmeyi bilmene bile gerek yoktur. Savaşmayı bırak öğretinle, bu kazabileceğin kanlı bir oyun değil, zihninin tamda kendisidir.