...
Aslında biz beş şekilde tesmiye olunuyormuşuz: Musannıf, muharrir, müellif, edip, münşi. Nasıl olduysa bizi gümbürtüye getirip beşimize birden yazar demişler.
...
Muharrir derlermiş bana; yazan, tahrir eden, kâtip, gazetede yazı yazan manasında. Şeyh'ül muharririn, yaşadığı zamanın en büyük yazarı demekmiş.
Müellif derlermiş ki ülfetten gelirmiş. Te'lif eden, kitap tertip eden, kitap meydana getiren manasında. Farklı kitaplardan malumatları bir araya getirip bilgiler arasında ülfeti sağlarmış.
Musannif derlermiş, bir ilmi sınıflandırıp, tasnif ederek kitap yazan manasında. Bu musannıf, kitaplardan bilgi toplama ihtiyacı hissetmeyecek seviyede, ilminde mütebahhir alimmiş. Dinî kitapları kendi sınıfına göre yazanlar için söylenilmesi daha muvafik imiş. Mesela, Arapça nahiv/cümle bilgisi kitabı olan Avamil'i yazan zât için, bu kitabın musannıfı İmamı Birgivî Hazretleri denilirmiş.
Edip derlermiş; edebiyatçı, güzel, sanatlı söz söyleyen veya yazan manasında. Edepli, terbiyeli söz söyleyene de 'çok edibane yazıyor' derlermiş. Edip ifadesi umumiyetle şairlere atfedilirmiş.
...
Bir de münşi varmış. Neş'et kelimesinden gelen. İnşa eden, yapan, iyi nesir yazı yazan adam manasında söylenirmiş.
...
Cumamız pazar oldu
Ne olduysa azar azar oldu
Edip, musannif, muharrir, müellif, münşi Hepsi birden "yazar" oldu