tütünle seyrelen zamana çömeldik, taşlara verdik belimizi.
En çabuk eksilme bu! Ya ufalmak azar azar, ya bitmek temelli! Ve sonra yeniden,
Yeniden büyümek, toprağa ve poyraz yeline aykırı! Sincap gibi solumak kuşkuda, en sürekli kuşkuda!
İnsan şehirde kalabalık içinde yalnız olabilirdi ve şehri şehir yapan şey de zaten kalabalık içinde insanın kafasındaki tuhaflığı saklayabilme imkanıydı
Deniz analarının gözlerini çaldım
Sana bakmak için
Güneşi üçe böldüm
Al biri senin olsun
Yüzümde beş bıçak yarası var
Bir de sen vur
Barut kokusunu severim
Bir portakalı dilim dilim soy
Acıktım
Tut ki ben yoğum artık yeryüzünde
Tut ki bir marul yaprağıydım
Öldüm
Üzümün suyunu biz çıkarıyoruz, ama şarabı başkaları içiyor. Buğdayı biz ekiyoruz, ama boş kilerimiz. Prangaya vurulmuşuz, ama gören yok zincilerimizi. Köleyiz, ama bize her insan özgürdür diyorlar...
Sen istinyede bekle ben burdayım
İçimde köpek gibi havlayan yalnızlığım
Çünkü ben buradayım karanlıktayım
Belki gelmem gelemem beş dakika bekle git
Çünkü elimi kestim beni kan tutuyor
Şarabım bütün ekşi suyum soğuk
Yanımda olmadın mı seni daha bir çok seviyorum
Belki gelmem gelemem beş dakika bekle git
Yüzünü ıslatmadan ağlayabilir misin
Yarı geceden sonra telefon ettin mi hiç
Karanlık adamlar hüviyetini sordu mu
Ben senin olmadığını arıyorum
Belki gelmem gelemem beş dakika bekle git
Belki gelmem gelemem beş dakika bekle git
Bana ait ne varsa hepsi seni korkutuyor sana ait ne varsa
Hiçbiri benim değil
Belki ölmek hakkımı kullanıyorum
Belki gelmem gelemem 5 dakika bekle git
Belki gelmem gelemem 5 dakika bekle git
Önemli olduğun ve çok büyük sorumluluklar taşıdığın içindir ki, küçüklüğün ve anlamsızlığın son derece tehlikeli ve korkunç. Sana aptal olduğunu söylüyorlar. Bense akıllı ama korkak olduğunu söylüyorum. Sana insan toplumunun süprüntüsü diyorlar. Bense onun tohumu olduğunu söylüyorum. Uygarlığın kölelere gereksinmesi olduğunu söylüyorlar. Ben, hiçbir uygarlığın kölelerle kurulamayacağını söylüyorum. Bu korkunç yirminci yüzyıl, Platon'dan bu yana ortaya çıkan her kültürel kuramı anlamsız hale getirdi. İnsan kültürü
henüz varlık göstermiş bile değil, Küçük Adam! İnsan denen hayvanın korkunç sapmasını ve hastalıklı yozlaşmasını
daha yeni yeni anlamaya, çözmeye başlıyoruz.
Yaşamda ve sevgide mutlu olmanın iktisadi koşullarını makinalarla karıştırıyorsun; insanların kurtuluşu, devletin büyüklüğüyle sağlanır sanıyorsun; milyonların ayaklanması demek, top arabalarının geçit töreni yapması demek diye düşünüyorsun; sevginin bağımsızlığa kavuşmasını, Almanya'ya geldiğinde elini uzatabileceğin her kadının ırzına geçmekle karıştırıyorsun; yoksulluğu önlemek için yoksul, zayıf ve çaresizleri ortadan kaldırmak gerektiğine inanıyorsun
Dört yanım puşt zulası,
Dost yüzlü,
Dost gülücüklü
Cıgaramdan yanar.
Alnım öperler,
Suskun, hayın, çıyansı.
Dört yanım puşt zulası,
Dönerim dönerim çıkmaz.
En leylim gecede ölesim tutmuş.
Etme gel,
Ay karanlık.
Bulanık dertlerimiz ve dağınık enJişelerimiz bile fizyoloji içinde yozlaştıklarından, ters yönde bir yaklaşımla onları zekiinın manevralarına
İndirgemek önemli bir şeydir. Ya Sıkıntı dünyanın gereksizce tekrarlı algısı, sürenin iç karartıcı dalgalanması, tümdengelimli bir ağıt
mertebesine yükseltilir, ona eşsiz bir kısırlık eğilimi sunulursa? Ruhun üstünde bir düzene başvurulmadıkça, bu ruh tenin içinde kaybolur ve fizyoloji, felsefi sersemleşmemizin son sözü haline gelir
On kalır benden geriye dokuzdan önceki on
Dokuz değil on kalır
On çiçek, on güneş, on haziran
On eylül, on haziran..
On adam kalır benden, onu da
Bal gibi parlayan, kekik gibi bunalan
On adam kalır.
Ne kalır ne kalır
Tuz gibi susayan, nane gibi yayılan
Dokuzu unutulmuş on yüz mü kalır
Onu da unutulmuş bir şiir belki kalır
On çizik, on çentik, on dudak izi
Bir çay bardağında on dudak izi
Aşklardan sevgilerden
Suya yeni indirilmiş bir kayık gibi
Akıp geçmişsem, gidip gelmişsem
Bir de bu kalır.
Ne kalır benden geriye, benden sonrası kalır
Asıl bu kalır.
Dağılmış pazar yerlerine benziyor şimdi istasyonlar
Ve dağılmış pazar yerlerine memleket
Gelmiyor içimden hüzünlenmek bile
Gelse de
Öyle sürekli değil
Bir caz müziği gibi gelip geçiyor hüzün
O kadar çabuk
O kadar kısa
İşte o kadar.
Descartes kuşku yolunda ilerlerken, deliliğe rüyanın
, ve bütün hata biçimlerinin yanında rastlamıştır. Bu delirme
olasılığı, tıpkı dışarıdaki dünyanın hata içinde sıvışabilece
ği veya bilincin düş içinde kendinden geçebileceği gibi,
onu kendi bedeninden yoksun bırakma tehlikesi taşımakta
değil midir?
Birbirimizi anlayamayacağız korkusuyla, sözcükleri gereğinden çok fazla kullanıyoruz. Konuşmamanın,
iletişim kurmayı reddetme anlamına çekilmesinden, kabalık olarak görülmesinden korkuyoruz. Ayrıca,
çok fazla konuşuyoruz. Sessizlik bizi ürkütüyor. Sessizliği denetleyemiyoruz.
yemek sözcüğünün de büyülü bir gücü vardır, özellikle bomboş mideler için, gözyaşı
yalayan köpek bile bizim konuştuğumuz dille hiç ilgisi olmadığı halde bu sözcüğü duyduğunda
kuyruğunu sallamaya başladı
Robert Musil’e yazdığı bir mektupta Thomas Mann, şöyle demişti:
“Ölümsüzlüğünden sizinki kadar emin olduğum bir başka
yaşayan Alman yazarı yok!” Ne yazık ki ölümsüzlük, borç karşılığı
gösterilebilecek bir ipotek değildir ve karın doyurmaya da yaramaz.
Su ve havanın etkisi ile erimiyor,rüzgar ile kuruyup savrulmuyor muydu,Tüm yaşam maddesi dünyaya eşit ve iz kalmayacak şekilde sacilsin ve unutulsun diye insan ?