"Biz, imparatorluk Türkiyesi'nin hemen de son evlâtları; içinde haşır neşir olduğumuz askerî, siyasî, içtimâî ve iktisâdî bir târih meydanında köşe kapmaca oynamış kimseler olarak, görüp duyduklarımızı, tadıp kokladıklarımızı, kudretimiz ölçüsünde, gelecek nesillere intikal ettirmek mecbûriyet ve mes'ûliyetinin altında bulunuyoruz. işte bu kitabın meydana gelmesi de o vazîfe hissinin bir netîce ve zarûretinden ibârettir.”
“ Din, ne sâdece bir sezgi ne tefekkür ne de ibâdet ve ameldir. Din, doktrin bakımından öyle bir hakikatler sistemidir ki, hulûsla iltizam (iyi niyet ve gereğine göre davranıldığı) ve hakkıyla idrak edildiği takdirde, şahsiyeti değiştirip diğer bir hâle koymak tesir ve kudretini hâiz olan bir ilâhî heyecandır. “
Zîra vatan sathında ne fikir hürriyeti, ne vicdan selameti hatta ne de mesken emniyeti kalmıştı. Onun için acı ve kahredici bir sükutla susmak zorunda idiler. Zîra susmayanın ya da iktidarın ağzıyla konuşmayanın cezasının, ip veya kurşun olduğunu, artık çocuklar dahi bilmekte idi. Esasen memleket, on yıl içinde kıvranacağı bir örfi idare kaftanına girmiş olduğundan, hukûken de konuşmasına imkân bırakılmamıştı.
280